"Ya Rabbi TÜRKİYE'mizde adaleti ve merhameti hâkim kıl.
gökyüzünden rahmetini, yeryüzünden bereketini esirgeme..."


ghfdg

MÜZEKKİN NÜFUS
51- TALİBİN TERBİYESİ

Bu bölümde de insanın terbiyesini ve emmârelikten, levvâmeliğe, mülhimeliğe ve mutmainneliğe nasıl döndürülüp yükseltileceğini, Hak teâlâ hazretlerinin huzuruna çağırılmaya nasıl kabiliyet kazandırılacağını beyan edeceğiz. Hemen ilâve edelim ki, bunlar şeriat, tarikat ve hakikat terbiyesiyle olur.

  • Şeriat dediğimiz, şer’i emir ve nehiyler dir. Yani, Resul aleyhisselâmın sünnetlerine ve fiillerine uymaktır.
  • Tarikat dediğimiz, Zühd-ü takvadır. Yani, farz, vacipler ve sünnetler ile bunların bünyesinde bulunan, nefse meşakkat gibi gelen ne gibi emirler ve nehiyler varsa, onları tamamen ve harfiyen yerine getirmeye gayret etmektir.
  • Hakikat dediğimiz ise, gönlü masivadan yani Hak Teâlâ’dan gayrı bütün mevcudattan ayırmak, Allahu azim-üş-şânı bilmek ve müşahede etmektir.

Kitabımızın başında, âdemoğullarının nefislerinin dört mertebe üzerine olduğunu ve emmâre, levvâme, mülhime ve mutmainne denildiğini belirtmiştik.

Eğer, bu nefisler yalnız dört mertebeden ibaret midir, yoksa daha fazla veya eksik olabilir mi, diye sorulursa cevap olarak deriz ki, bazıları katında daha fazla ve bazıları katında üç mertebedir. Fakat, biz dört mertebe üzerinde bulunduğunu kabul ediyoruz. Zira, âlem-i ervahta ruhları dört sınıfa ayırmışlardır. Bu sebeple, cisim ve beden alemi olan bu dünyada da bütün nefisler dört mertebe üzerine olsa gerekir, daha fazla veya eksik olamaz. Yine de doğrusunu Allâh c.c. bilir.

Şimdi, nefsi emmâre bütün kötü ve çirkin huyların yeridir. Bu mertebedeki nefsin üzeri örtülü olduğundan, zahir ehli onu göremezler. O, âdemoğullarının damarları içinde yürür. Nitekim, Resûl-ü ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz buyurmuşlardır:

“Şeytan insanoğlunun damarlarında kan gibi dolaşır. Bu dolaşıma mâni olmak, damarları daraltmak, ancak açlık ve susuzluk ile mümkün olur.”

Böyle olduğu için şeytan da nefsi emmâre gibi hissedilmez, yaptıkları ile anlaşılır.

Nefsi emmâre şeytan gibi hep günah, isyan ve kötülüklere iter, vesvese içinde bulunup sahibini daima günaha düşürür.

Hak teâlâ, bu sebeple;

“Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü rabbimin merhamet ettiği hariç, nefs aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Yusuf Suresi 53

Nefsi emmâre kimi zaman müslüman olur ama münafıklığı da elden bırakmaz. Kimse onu esir alamaz, sıkı riyazet ve mücahede ile zapt edilebilir.

Yani, nefs-i senin köpeğindir, onu ne kadar doyurur ve beslersen, o kadar azgınlaşır. Nitekim, acem erenleri nefsi emmâreyi riyâzet zindanında tutarsan esirin olur, aksi takdirde sen onun esiri olursun der.

“Sen, riyazet sarayında nefsi al ki bendine;

Fırsat bulup düşürmesin nefsin seni fendine.”

Hakkı arzulayan kişinin hep riyazet ve perhiz üzere yaşaması gerekir. Böyle olmalı ki nefsi emmârenin hile ve aldatmalarından kurtulabilesin.

Nefsi emmâre ancak açlık ve susuzlukla âciz ve zayıf kalır. Zaafı ve aczi ne kadar artarsa o kadar yumuşar, o kadar miskinleşir. Fakat, inanmamak lâzımdır, yalan söyler ve daima fırsat gözetir. Açlıktan zayıf düşmüş bir kurt gibi, koyun sürüsüne saldırmayacak hissini verip bir kenarda siner ve fırsat kollar. O fırsat eline geçince, sürüden bir koyunun gırtlağına yapışır ve onu boğar.

Azgın tabiatlı nefsinin pusuda beklediğinden gafil olma! Yoksa bir tuzağına düşüp helak olursun.

Aziz: Cehd edip bu azgın tabiatlı nefsin yaramazlığını, mücahede ve riyazet ile döndürmek gerektir, «emmârelikten kurtarıp» onu levvâmeliğe, mülhimeliğe ve mutmainneliğe iletmek gerekir. Onun şerrinden, ancak böyle yapıp mutmainneliğe iletince emin olabilirsin.

Mücahede ve riyazet ne demektir diye sorulursa? Ne ile ve nasıl yapılır?

Meşayih, bu soruya şöyle cevap verdiler ve dediler ki;

Mücahede, Bedenle savaşmak noktasında gayrettir. Peygamber efendimizin ve meşayihin rızası kazanılarak bedene hakim olunur.

Ancak asıl riyazet yemek ve uykuyu terk etmektir. Kişi yemek ve uykuyu terk ettiğinde bütün fiilleri hakkın rızasına uygun hale gelir.

Şimdi, gelelim nefse muhalefet edip mücahede etmek nasıl olur?

Nefs, yalnız kalmak isterse ona muhalefet etmeli, cemiyete ve cemaate varmalıdır. Bir mescide gitmeli, farz namazı cemaatle kılmalı, hemen eve dönmelidir. Eve gelince; sünneti kılmalı ve artık bir yere çıkmamalıdır.

Zikretmek isterse; düşünüp susmalı ve susmak isterse zikre başla. Böyle böyle nefse muhalefet etmeli ve onun isteklerine karşı gelerek, daima aksini yapmalıdır. Yani, nefsi emmârenin muhalefet edilecek işleri çoktur. İleride, sırası geldikçe inşa’allahu teâlâ söylenecektir.

Nefs-i levvâme, lâtif bir cisimdir. Fakat, bunun da iki tarafı vardır. Bir tarafı nefsi emmâreye ve bir tarafı da nefs-i mülhimeye dir.

Nefsi mülhime de lâtif bir cisimdir Bunun da iki tarafı vardır. Yani, iki tarafa da meyil etmeye kabiliyeti vardır. Bir tarafı, levvâme ve bir tarafı da mutmainne dir.

Ne zaman ki, levvâmenin emmâreye meyli olan tarafı emmâreye tâbi olursa emmâre kuvvetlenir. Vücut mülkünün idaresine alır ve ona tasarruf eder. Yani, şeriatte haram olan şeyler ortaya çıkar. Levvâme, emmâreye tâbi oldukça nefsi emmâre azar, şeytan da gelir ve emmâreye yardım eder. Ne'ûzü tallahi teâlâ âsi olur, çıkar. Şahsı ya fıska ya küfre veya nifaka götürür ve cehenneme kadar yol gösterir. Bu hususta, birinci bölümde tafsilât verilmişti.

Fakat, levvâme mülhimeye bakan yüzünü, tamamıyla mülhimeye çevirse ve emmâreye bakan yüzünü ondan tamamıyla döndürse ve o yüzünü de mülhimeye çevirse, yani iki yüzü de mülhimeye tâbi olsa o zaman nefs-i mülhime kuvvetlenir. Kuvvetlenince, ikisi bir olur ve gider mutma’inneye uyarlar. Vücut mülkünü, mutma’inneye teslim eder, mutma’innenin idare ve hükmü altına girer ve her bakımdan mutma’inneye tâbi olurlar. Mutmainne, Hak teâlânın emri altındadır, bir cism-i lâtiftir ve ondan asla Hak rızasına aykırı bir iş çıkmaz. Çünkü, mutmainne birçok lâtif şeylerle ve güzel sıfatlarla bezenmiş ve örtülmüştür. Demek ki, tâlip azmedip riyazet ve mücahede ile kendisini nefs-i emmârenin elinden ve esaretinden kurtarmayınca, mutmain nede karar tutamaz.

Ey aziz:

Bilmiş ol ki, nefs-i emmârenin elinden ve esaretinden kurtulmaya, mutmainnede karar tutmaya, ÎRCÎ’ IY hitabına yetenek kazanmaya, ölmeden önce ölmeye, nûr-u ilâhiye ermeye, haşirden evvel yine dirilip vücut bulmağa sebep olanlar, yedi türlü şeydir. Nitekim, emmârenin de yedi türlü kötü ve çirkin sıfatı vardır ki, bütün insanlara zulmet ve gaflet olan da bunlardır. Emmârenin, yedi kötü ve çirkin sıfatı cehennemden alınmıştır. Buna mukabil, mutma’innenin sekiz sıfat-ı hamidesi de sekiz cennetten alınmıştır. Bundan dolayı, yedi cehennem ve sekiz cennet, insan ile beraberdir, derler. Bunlar, kitabımızın başında anlatılmıştı, tekrarına lüzum yoktur.

NEFS-İ EMMÂRENİN KÖTÜ VE ÇİRKİN SIFATLARI

Nefs-i emmârenin kötü ve çirkin sıfatları yedidir:

1) Hevâ’ dır. (Arzu, heves, ihtiras, muhabbet, nefsin hazzettiği şeyler.)

2) Gazap (öfke, hiddet, kızma)

3) Şehvettir.

5) Bunül dür. (Cimrilik, hasislik)

6) Ucub dur. (Kendini çok sevme, yaptıklarını beğenme, bencillik, gurur, başkalarını hor ve hakir görme)

7) Kibirdir.

Nefs-i emmârenin bu yedi kötü ve çirkin sıfatlarını gidermeye de aşağıda sayılan yedi şey sebeptir. Bu sayacağımız yedi şey, bütün ehli İslâm’ın gözlerini ve gönüllerini açan yedi hayırlı ve faydalı iştir:

1) Açlıktır.

2) Susmaktır. (Yani, az konuşmaktır.)

3) Az uyumaktır.

4) Halk içine lüzumundan fazla karışmamaktır.

5) Daima LÂ ÎLÂHE İLLALLAH demektir.

6) Mürşid-i kâmile erişmek, elini tutmak ve tövbe edip, ona iradet getirmektir.

7) Mürşid-i kâmilin iradesi altında olmak ve onun emri altında bulunmaktır. (Onun her emrine itaat etmektir.)

Bu yedi şey, yukarıda sayılan yedi çirkin ve kötü sıfatı gidermeye, yani nefsi emmârenin fenalıklarını iyiliğe, iyi ve güzel ahlâka çevirmeye sebeptir. Zira, ashab-ı resûl ile kibar-ı meşâyih ve gerçek sûfiler bu yedi şey ile çok menzil kat etmişlerdir.

Bazıları buyurmuşlardır ki; uzun ömürle, riyazet ve mücahede ile dönmeyen nefs-i emmârenin yaramaz sıfatlarını Allâhu teâlânın yardımı ve bu yedi sebeple döndürdük, okumak ve yazmakla bilinemeyen müşkil ilimleri, bu yedi şeyle meşgul olmak suretiyle Hak teâlâ bize açıverdi. Hasılı, dünya ve âhiret işlerini bu yedi şeyde bitirdik.

Bu sözlerim, sana acayip gelmesin. Muhakkak olarak bilmiş ol ki, bu sûfiler âhiret beyleridirler. Zahitler, âşıklar ve sûfiler demek, mukarrebler (Allah’a yakın olanlar) demektir. Zira, bu sûfilerin ve şeyhlerin hepsi mukarrebler tarikindedirler. İlimleri de mukarrebler ahvalinin ilimleridir.

Bu mukarrebler ahvaline ve makamlarına muhabbet ederek, onu tahsil etmeye teveccüh eden kimselere MUTASAVVIF derler. Bu makamı tahsil ettiğinde ise SÛFİ olur. Bunun için mukarreblere SÛFÎ derler ve SÛFÎ lere de MUKARREB ler derler. Sûfilerin şeyhleri ahiret alimleridir. Onlar, kendilerine farz olan ilmin evvelinde işi sıkı tutup çalışmış, ilmi bütün yönleri ve gereği üzere öğrenmişlerdir. Emir ve yasaklar konusunda tam bir ciddiyet ve teyakkuz içindedirler. Resûlü ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem efendimize uymaları sebebiyle Hak teâlâ onları türlü ilimlere ve amellere vakıf kılmıştır. Taklid edip kendileri de istikamet üzere olmuşlardır. Bildikleri ilmin haddi hesabı yoktur.

Şeyhlerden biri rüyasında, Resûlü ekrem sallallâhu aleyhi ve sellemi görür;

— Yâ Resûlallah! Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı buyurmuşsunuz. Hûd sûresindeki nebilerin kıssaları mı yoksa ümmetlerinin kıssaları mı sizi ihtiyarlattı?

— Efendimiz, tasdik buyurmuşlar: Yâ şeyh beni “O halde seninle birlikte tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol” âyeti kerimesi ihtiyarlattı buyurur.

Nitekim, Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz müşahedatın başlangıcından sonra bu hitaba muhatap olmuş ve kendilerinden istikametin hakikatleri istenmiştir.

Hak teâlâ; Zahitler, Sûfi şeyhler, mukarrebler denilen ahiret alimlerine daha işin başında iken bir haz ve nasip verir, istikamet üzere bulunmalarını ilham eder. Şüphesiz onlarda Hakkın gösterdiği istikamet üzerine olmayı bütün her şeyin en faziletlisi, şerefli bir görev olarak bilir.

Nitekim, Şeyh Ebû-Ali Cürcâni rahmetullahi aleyh buyurur;

“İstikameti iste kerameti değil.”

Zira kerameti nefsin ister, Rabbin ise senden istikamet talep eder.

Şu hâlde, Rabbinin talep ettiğini istemek, nefsinin talep ettiğini istemekten daha iyi ve güzel olur.

SALAVAT İLAHİLERİ 55
İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ
HEP FESAT İŞLERİME  22
Hep fesad işlerime,
Estağfirullah tövbe
Yaman teşvişlerime,
Estağfirullah tövbe

Gözümün baktığına,
Gönlümün aktığına
Kulağım duyduğuna,
Estağfirullah tövbe

Dilimin gıybetine,
Nefsimin lezzetine
Hep azam lezzetine,
Estağfirullah tövbe

Bildim suçumu bildim,
Döndüm Çalabım tuttum
Geldim kapına geldim,
Estağfirullah tövbe

Benden suçumu sorma,
Ayıbım yüzüme vurma
Mahrum beni döndürme,
Estağfirullah tövbe

Settarul Uyup sensin,
Gaffaruz Zunup sensin
Fettahul Gulup sensin,
Estağfirullah tövbe

Gerçi kim günahım çok,
Rahmetin dahi artık
Asına kapım açık,
Estağfirullah tövbe

Nefs bendine tutuldum,
Şeytana esir oldum
Her hata ki ben kıldım,
Estağfirullah tövbe

Eşrefoğlu Rumi’nin,
Şol çok günahlarının
Kefaretidir anın,
Estağfirullah tövbe

Tövbeyi Tacil edin,
Gelin cennete gidin
Ey müminler siz idin,
Estağfirullah tövbe

Arzu yılanlarının,
Canları soktuğunun
Tiryaki ol avunun,
Estağfirullah tövbe
          * * *
EŞREFOĞLU RUMÎ HZ.
HEP FESAT İŞLERİME
Hep fesad işlerime,
Estağfirullah tövbe
Yaman teşvişlerime,
Estağfirullah tövbe

Gözümün baktığına,
Gönlümün aktığına
Kulağım duyduğuna,
Estağfirullah tövbe

Dilimin gıybetine,
Nefsimin lezzetine
Hep azam lezzetine,
Estağfirullah tövbe

Bildim suçumu bildim,
Döndüm Çalabım tuttum
Geldim kapına geldim,
Estağfirullah tövbe

Benden suçumu sorma,
Ayıbım yüzüme vurma
Mahrum beni döndürme,
Estağfirullah tövbe

Settarul Uyup sensin,
Gaffaruz Zunup sensin
Fettahul Gulup sensin,
Estağfirullah tövbe

Gerçi kim günahım çok,
Rahmetin dahi artık
Asına kapım açık,
Estağfirullah tövbe

Nefs bendine tutuldum,
Şeytana esir oldum
Her hata ki ben kıldım,
Estağfirullah tövbe

Eşrefoğlu Rumi’nin,
Şol çok günahlarının
Kefaretidir anın,
Estağfirullah tövbe

Tövbeyi Tacil edin,
Gelin cennete gidin
Ey müminler siz idin,
Estağfirullah tövbe

Arzu yılanlarının,
Canları soktuğunun
Tiryaki ol avunun,
Estağfirullah tövbe
          * * *
EŞREFOĞLU RUMÎ HZ.
ÜÇÜNCÜ SAYFA
İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ
DÜNYAYA MAĞRUR KİŞİ
Dünya’ya mağrur kişi
Tövbeye gel tövbeye
Uçmadan ömrün kuşu
Tövbeye gel tövbeye

Ey halk içinde ulu
Olmuş nefsinin kulu
İşit hey yaman havli
Tövbeye gel tövbeye

Sakalına baka bak
Kara iken oldu ak
Dünya sana kurdu fak
Tövbeye gel tövbeye

Ulu kıyamet kopa
Düz ola dere tepe
Niceler yoldan sapa
Tövbeye gel tövbeye

Kaça gide can kuşu
Kuru kala ten dahi
Yunus Emre sen dahi
Tövbeye gel tövbeye

          * * *
YUNUS EMRE HZ.

Üçüncü bölümün içeriği

Dördüncü sayfa

Dördüncü bölümün içeriği

SALAVAT İLAHİLERİ

İkinci bölümün içeriği

SALAVAT İLAHİLERİ

İkinci bölümün içeriği

SALAVAT İLAHİLERİ

İkinci bölümün içeriği

SALAVAT İLAHİLERİ

İkinci bölümün içeriği

SALAVAT İLAHİLERİ

İkinci bölümün içeriği

SALAVAT İLAHİLERİ

İkinci bölümün içeriği

SALAVAT İLAHİLERİ

İkinci bölümün içeriği