Şimdi, gelelim nefse muhalefet edip mücahede etmek nasıl olur?
Nefs, yalnız kalmak isterse ona muhalefet etmeli, cemiyete ve cemaate varmalıdır. Bir mescide gitmeli, farz namazı cemaatle kılmalı, hemen eve dönmelidir. Eve gelince; sünneti kılmalı ve artık bir yere çıkmamalıdır.
Zikretmek isterse; düşünüp susmalı ve susmak isterse zikre başla. Böyle böyle nefse muhalefet etmeli ve onun isteklerine karşı gelerek, daima aksini yapmalıdır. Yani, nefsi emmârenin muhalefet edilecek işleri çoktur. İleride, sırası geldikçe inşa’allahu teâlâ söylenecektir.
Nefs-i levvâme, lâtif bir cisimdir. Fakat, bunun da iki tarafı vardır. Bir tarafı nefsi emmâreye ve bir tarafı da nefs-i mülhimeye dir.
Nefsi mülhime de lâtif bir cisimdir Bunun da iki tarafı vardır. Yani, iki tarafa da meyil etmeye kabiliyeti vardır. Bir tarafı, levvâme ve bir tarafı da mutmainne dir.
Ne zaman ki, levvâmenin emmâreye meyli olan tarafı emmâreye tâbi olursa emmâre kuvvetlenir. Vücut mülkünün idaresine alır ve ona tasarruf eder. Yani, şeriatte haram olan şeyler ortaya çıkar. Levvâme, emmâreye tâbi oldukça nefsi emmâre azar, şeytan da gelir ve emmâreye yardım eder. Ne'ûzü tallahi teâlâ âsi olur, çıkar. Şahsı ya fıska ya küfre veya nifaka götürür ve cehenneme kadar yol gösterir. Bu hususta, birinci bölümde tafsilât verilmişti.
Fakat, levvâme mülhimeye bakan yüzünü, tamamıyla mülhimeye çevirse ve emmâreye bakan yüzünü ondan tamamıyla döndürse ve o yüzünü de mülhimeye çevirse, yani iki yüzü de mülhimeye tâbi olsa o zaman nefs-i mülhime kuvvetlenir. Kuvvetlenince, ikisi bir olur ve gider mutma’inneye uyarlar. Vücut mülkünü, mutma’inneye teslim eder, mutma’innenin idare ve hükmü altına girer ve her bakımdan mutma’inneye tâbi olurlar. Mutmainne, Hak teâlânın emri altındadır, bir cism-i lâtiftir ve ondan asla Hak rızasına aykırı bir iş çıkmaz. Çünkü, mutmainne birçok lâtif şeylerle ve güzel sıfatlarla bezenmiş ve örtülmüştür. Demek ki, tâlip azmedip riyazet ve mücahede ile kendisini nefs-i emmârenin elinden ve esaretinden kurtarmayınca, mutmain nede karar tutamaz.
Ey aziz:
Bilmiş ol ki, nefs-i emmârenin elinden ve esaretinden kurtulmaya, mutmainnede karar tutmaya, ÎRCÎ’ IY hitabına yetenek kazanmaya, ölmeden önce ölmeye, nûr-u ilâhiye ermeye, haşirden evvel yine dirilip vücut bulmağa sebep olanlar, yedi türlü şeydir. Nitekim, emmârenin de yedi türlü kötü ve çirkin sıfatı vardır ki, bütün insanlara zulmet ve gaflet olan da bunlardır. Emmârenin, yedi kötü ve çirkin sıfatı cehennemden alınmıştır. Buna mukabil, mutma’innenin sekiz sıfat-ı hamidesi de sekiz cennetten alınmıştır. Bundan dolayı, yedi cehennem ve sekiz cennet, insan ile beraberdir, derler. Bunlar, kitabımızın başında anlatılmıştı, tekrarına lüzum yoktur.
NEFS-İ EMMÂRENİN KÖTÜ VE ÇİRKİN SIFATLARI
Nefs-i emmârenin kötü ve çirkin sıfatları yedidir:
1) Hevâ’ dır. (Arzu, heves, ihtiras, muhabbet, nefsin hazzettiği şeyler.)
2) Gazap (öfke, hiddet, kızma)
3) Şehvettir.
5) Bunül dür. (Cimrilik, hasislik)
6) Ucub dur. (Kendini çok sevme, yaptıklarını beğenme, bencillik, gurur, başkalarını hor ve hakir görme)
7) Kibirdir.
Nefs-i emmârenin bu yedi kötü ve çirkin sıfatlarını gidermeye de aşağıda sayılan yedi şey sebeptir. Bu sayacağımız yedi şey, bütün ehli İslâm’ın gözlerini ve gönüllerini açan yedi hayırlı ve faydalı iştir:
1) Açlıktır.
2) Susmaktır. (Yani, az konuşmaktır.)
3) Az uyumaktır.
4) Halk içine lüzumundan fazla karışmamaktır.
5) Daima LÂ ÎLÂHE İLLALLAH demektir.
6) Mürşid-i kâmile erişmek, elini tutmak ve tövbe edip, ona iradet getirmektir.
7) Mürşid-i kâmilin iradesi altında olmak ve onun emri altında bulunmaktır. (Onun her emrine itaat etmektir.)
Bu yedi şey, yukarıda sayılan yedi çirkin ve kötü sıfatı gidermeye, yani nefsi emmârenin fenalıklarını iyiliğe, iyi ve güzel ahlâka çevirmeye sebeptir. Zira, ashab-ı resûl ile kibar-ı meşâyih ve gerçek sûfiler bu yedi şey ile çok menzil kat etmişlerdir.
Bazıları buyurmuşlardır ki; uzun ömürle, riyazet ve mücahede ile dönmeyen nefs-i emmârenin yaramaz sıfatlarını Allâhu teâlânın yardımı ve bu yedi sebeple döndürdük, okumak ve yazmakla bilinemeyen müşkil ilimleri, bu yedi şeyle meşgul olmak suretiyle Hak teâlâ bize açıverdi. Hasılı, dünya ve âhiret işlerini bu yedi şeyde bitirdik.
Bu sözlerim, sana acayip gelmesin. Muhakkak olarak bilmiş ol ki, bu sûfiler âhiret beyleridirler. Zahitler, âşıklar ve sûfiler demek, mukarrebler (Allah’a yakın olanlar) demektir. Zira, bu sûfilerin ve şeyhlerin hepsi mukarrebler tarikindedirler. İlimleri de mukarrebler ahvalinin ilimleridir.
Bu mukarrebler ahvaline ve makamlarına muhabbet ederek, onu tahsil etmeye teveccüh eden kimselere MUTASAVVIF derler. Bu makamı tahsil ettiğinde ise SÛFİ olur. Bunun için mukarreblere SÛFÎ derler ve SÛFÎ lere de MUKARREB ler derler. Sûfilerin şeyhleri ahiret alimleridir. Onlar, kendilerine farz olan ilmin evvelinde işi sıkı tutup çalışmış, ilmi bütün yönleri ve gereği üzere öğrenmişlerdir. Emir ve yasaklar konusunda tam bir ciddiyet ve teyakkuz içindedirler. Resûlü ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem efendimize uymaları sebebiyle Hak teâlâ onları türlü ilimlere ve amellere vakıf kılmıştır. Taklid edip kendileri de istikamet üzere olmuşlardır. Bildikleri ilmin haddi hesabı yoktur.
Şeyhlerden biri rüyasında, Resûlü ekrem sallallâhu aleyhi ve sellemi görür;
— Yâ Resûlallah! Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı buyurmuşsunuz. Hûd sûresindeki nebilerin kıssaları mı yoksa ümmetlerinin kıssaları mı sizi ihtiyarlattı?
— Efendimiz, tasdik buyurmuşlar: Yâ şeyh beni “O halde seninle birlikte tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol” âyeti kerimesi ihtiyarlattı buyurur.
Nitekim, Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz müşahedatın başlangıcından sonra bu hitaba muhatap olmuş ve kendilerinden istikametin hakikatleri istenmiştir.
Hak teâlâ; Zahitler, Sûfi şeyhler, mukarrebler denilen ahiret alimlerine daha işin başında iken bir haz ve nasip verir, istikamet üzere bulunmalarını ilham eder. Şüphesiz onlarda Hakkın gösterdiği istikamet üzerine olmayı bütün her şeyin en faziletlisi, şerefli bir görev olarak bilir.
Nitekim, Şeyh Ebû-Ali Cürcâni rahmetullahi aleyh buyurur;
“İstikameti iste kerameti değil.”
Zira kerameti nefsin ister, Rabbin ise senden istikamet talep eder.
Şu hâlde, Rabbinin talep ettiğini istemek, nefsinin talep ettiğini istemekten daha iyi ve güzel olur.
|
ÜÇÜNCÜ SAYFA
Üçüncü bölümün içeriği
Dördüncü sayfa
Dördüncü bölümün içeriği
SALAVAT İLAHİLERİ
İkinci bölümün içeriği
SALAVAT İLAHİLERİ
İkinci bölümün içeriği
SALAVAT İLAHİLERİ
İkinci bölümün içeriği
SALAVAT İLAHİLERİ
İkinci bölümün içeriği
SALAVAT İLAHİLERİ
İkinci bölümün içeriği
SALAVAT İLAHİLERİ
İkinci bölümün içeriği
SALAVAT İLAHİLERİ
İkinci bölümün içeriği |