"Ya Rabbi TÜRKİYE'mizde adaleti ve merhameti hâkim kıl.
gökyüzünden rahmetini, yeryüzünden bereketini esirgeme..."


yujytjyjy

BURADAN Mızraklı İlmihâl Miftâhul Cennet PDF İNDİREBİLİRSİNİZ


CENNET YOLU İLMİHALİ ÖNSÖZ
BURADAN Mızraklı İlmihâl Miftâhul Cennet PDF İNDİREBİLİRSİNİZ




CENNET YOLU İLMİHÂLİ 

ÖNSÖZ 


       Allahü teâlâ, insanların dünyâda ve âhıretde mes’ûd olmaları, râhat ve huzûr içinde bulunmaları ve gönüllerini birleşdirip, kardeşçe yaşamaları ve kendine kulluk vazîfelerini nasıl yapacaklarını bildirmek için, onlara Peygamberler gönderdi “aleyhimüsselâm”. İnsanların, her bakımdan en üstünleri olan bu seçilmiş zâtlar vâsıtası ile kullarına en iyi yaşama yollarını bildirdi. Peygamberlerinin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” en üstünü ve sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâmın, dünyânın her yerinde, kıyâmete kadar gelecek olan bütün insanların Peygamberi olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, çok sevdiği bu Peygamberine melek ile, yirmiüç senede gönderdiği (Kur’ân-ı kerîm) adındaki büyük kitâbında, emrlerini ve yasaklarını bildirdi. Kur’ân-ı kerîm, arabca olduğu için ve çok ince bilgileri ve aklın eremiyeceği şeyleri anlatdığı için, Muhammed aleyhisselâm, bu kitâbın hepsini, başından sonuna kadar, Eshâbına “aleyhimürrıdvân” açıkladı. (Kur’ân-ı kerîmi benim anlatdığımdan başka dürlü açıklayan kâfir olur) dedi. İslâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” , Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yapdığı açıklamaları, Eshâb-ı kirâmdan işitip, herkesin anlıyabileceği gibi genişletdiler ve Tefsîr kitâblarına yazdılar. Bu âlimlere, Ehl-i sünnet âlimleri denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ”, Kur’ân-ı kerîmin açıklamalarından ve ayrıca Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (Hadîs-i şerîf) denilen sözlerinden derliyerek yazdıkları din kitâblarına (ilm-i hâl) kitâbları denir. Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerîmde bildirdiği (İslâm dîni)ni doğru, sağlam öğrenmek istiyenlerin, bu ilmihâl kitâblarını okumaları lâzımdır.        Şimdi sunduğumuz (Cennet Yolu) ilmihâlinin asl ismi (Miftâhul Cennet), ya’nî, Cennet kapısının anahtarıdır. Hicrî kamerî 885 [m. 1480] senesinde Edirnede vefât etmiş olan Muhammed bin Kutbüddîn-i İznikî “rahime-hullahü teâlâ” yazmışdır.        Derin İslâm âlimi, seyyid Abdülhakîm Efendi “rahime-hullahü teâlâ”, ((Miftâh-ul Cennet) ilm-i hâlinin yazarı sâlih bir zât imiş. Okuyanlara fâideli olur) buyurmuşdur. Bunun için, bu kitâbı neşr ediyoruz.

– 169 –

       Birkaç yerine yapılan açıklamalar bir köşeli parantez [ ] içine konuldu. Bu açıklamalar, başka kitâblardan seçerek eklenmişdir. Bunların hiçbiri şahsî düşünceler değildir. Allahü teâlâ, hepimizi, pusuda bekliyen islâm düşmanlarının ve müslimân ismini taşıyan, hattâ din adamı geçinen sapıkların, mezhebsizlerin, dinde reformcuların tuzaklarına düşerek, bölünmekden, parçalanmakdan korusun! Hepimizi, sevgili Peygamberinin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yolunda, izinde bulunan (Ehl-i sünnet) mezhebinde birleşdirsin! Birbirlerimiz ile sevişmemizi, yardımlaşmamızı nasîb eylesin! Âmîn.

      [İnsan, bir iş yapacağı zemân, evvelâ kalbine bir hatara [fikr, düşünce] gelir. Bunu yapmak ister. Bu isteğine (Niyyet) denir. Bu işi yapmaları için uzvlarına [organlarına] emr eder. Emr vermesine (Kasd, teşebbüs) denir. Uzvların iş yapmalarına (Kesb) denir. Kalbin yapdığı işlere (ahlâk) [huy] denir. Kalbe hatara altı yerden gelir: Allahü teâlâdan gelen hataralara (Vahy) denir. Vahy, yalnız Peygamberlerin kalblerine gelir. Meleklerin getirdikleri hataralara (İlhâm) denir. İlhâm Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve sâlih müslimânların kalblerine gelir. Sâlih müslimânların verdikleri hataralara (Nasîhat) denir. Vahy, ilhâm ve nasîhat, dâimâ iyi ve fâidelidir. Şeytândan gelen hataralara (Vesvese), insanın kendi nefsinden gelen hataralara (Hevâ), kötü arkadaşın telkîn etdiği [aşıladığı] hataralara (İgfâl) denir. Nasîhat her insana verilir. Vesvese ve hevâ, kâfirlerin ve fâsık müslimânların kalblerine gelir. İkisi de, fenâ [kötü] ve zararlıdır. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeylere (İyi) denir. Beğenmediklerine (Fenâ) denir. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, iyi ve fenâ şeyleri (Kur’ân-ı kerîm)de bildirmişdir. İyileri yapmağı emr etmiş, fenâları yasaklamışdır. Bu emr ve yasaklara (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Bir kalb, iyi arkadaşların nasîhatlarına ve akla tâbi’ olup, ahkâm-ı islâmiyyeye uyarsa, nûrlanır, temiz olur. Dünyâda ve âhıretde se’âdete, huzûra kavuşur. Fenâ kimselerin, zındıkların igfâl edici, aldatıcı sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytâna uyup, ahkâm-ı islâmiyyeye uymayan kalb, kararır, bozulur. Nûrlu, temiz kalb, ahkâm-ı islâmiyyeye uymağı sever. Kararmış kalb, kötü arkadaşa, nefse, şeytâna uymağı sever. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, dünyânın her yerinde yeni doğan çocukların kalblerini temiz olarak yaratmakdadır. Bunları, sonra anaları, babaları ve fenâ arkadaşları karartmakda, kendileri gibi yapmakdadır.]

CENNET YOLU İLMİHÂLİ
– 170 –
CENNET YOLU İLMİHÂLİ

       El-hamdü lillâhillezî cealenâ minet-tâlibîne ve lil-ilmi minerrâgıbîne ves-salâtü ves-selâmü alâ Muhammedinil lezî erselehü rahmeten lil-âlemîne ve alâ Âlihi ve Eshâbihi ecma’în.

İSLÂMİYYET ALLAH VARDIR VE BİRDİR

      [Allahü teâlâ, bütün varlıkları yaratdı. Herşey yok idi. Yalnız Allahü teâlâ var idi. O hep vardır. Sonradan var olmuş değildir. Önceden yok olsaydı, Onu var eden bir kuvvetin bulunması lâzım olurdu. Çünki, var olmayan bir şeyi yaratacak kuvvet olmazsa, o şey hep yok olur, var olamaz. Onu yaratan kuvvet sâhibi hep var idi ise, işte Allahü teâlâ bu kuvvet sâhibi olan sonsuz varlıkdır. Yok eğer, bu yaratıcı kuvvet sâhibi de, sonradan var olmuşdur denirse, bunu da var edenin bulunması lâzım olur. Böylece, sonsuz sayıda var edicilerin bulunması lâzım olur. Bu ise, var edicilerin bir başlangıcının bulunmaması demekdir. İlk var edicinin bulunmaması, bunun var edeceklerinin de bulunmaması demek olur. Var edici var olmayınca, yokdan var edilmiş olan bu gördüğümüz veyâ işitdiğimiz madde ve rûh âleminin de bulunmaması lâzım olur. Maddeler ve rûhlar var oldukları için, bunların yalnız bir yaratıcılarının da bulunması ve hep var olması lâzımdır.

       Allahü teâlâ, herşeyin yapı maddesi olan basît cismleri ve rûhları ve melekleri önce yaratdı. Basît cismlere şimdi element deniyor. Bugün, yüzbeş çeşid elementin var olduğu biliniyor. Allahü teâlâ, her maddeyi, her cismi bu yüzbeş elementden yaratmış ve hep yaratmakdadır. Demir, kükürt, karbon, oksigen gazı, klor gazı birer elementdir. Allahü teâlâ bu elementleri kaç milyon sene önce yaratmış olduğunu bildirmedi. Bunlardan meydâna gelen, yerleri, gökleri ve canlıları da, ne zemân yaratmağa başladığını bildirmedi. Canlı, cansız herşeyin belli bir ömrü vardır. Zemânı gelince yaratmakda, ömrü bitince yok etmekdedir. Birşeyi yokdan var etdiği gibi, birşeyden, yavaş yavaş veyâ birden bire başka birşeyi yapmakda, birincisi yok olmakda, yenisi var olmakdadır.

      Allahü teâlâ, ilk insanı, cansız maddelerden ve rûhdan meydâna getirdi. Bundan önce,hiç

– 171 –
insan yokdu. Hayvânlar, otlar, cin ve melekler, bu ilk insandan dahâ önce yaratıldı. Bu ilk insanın ismi, Âdem “aleyhissalâtü vesselâm” idi. Bundan, Havvâ isminde bir kadın da yaratdı. Bütün insanlar, bu ikisinden üredi. Her hayvândan da kendi cinsleri türedi. Canlı ve cansız herşeyin her zemân değişdiğini görüyoruz. Kadîm olan şey ise, hiç değişmez. Fizik olaylarında, maddelerin hâlleri, şeklleri değişiyor. Kimyâ reaksiyonlarında özü, yapıları değişiyor. Cismler yok olup, başka cismler hâsıl oluyor. Çekirdek olaylarında, element de yok oluyor, enerjiye dönüyor. Herşeyin birbirinden hâsıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Yokdan var edilmiş olan ilk maddelerden hâsıl olmaları lâzımdır. Çünki sonsuz, başlangıcı yok demekdir.

       İslâm düşmanları, müslimânların çocuklarını aldatmak için, fen adamı şekline giriyorlar. İnsanlar maymundan yaratıldı diyorlar. Darwin ismindeki İngiliz doktoru böyle söyledi diyorlar. Bunlar yalan söylüyorlar. Darwin böyle birşey söylemedi. Canlılar arasında hayât mücâdelesini anlatdı. (Nev’lerin menşei) ismindeki kitâbında, canlıların muhîte uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere uğradıklarını yazdı. Bir cins, başka cinse döner demedi. İngiliz ilm birliğinin 1980 senesinde Salfordda düzenlediği toplantıda Swansea Üniversitesi öğretim üyesi Prof. John Durant: “Darwinin insanın menşei ile ilgili görüşleri, modern bir efsâne oldu. Bu efsâne ilmî ve içtimâî gelişmemize zarardan başka birşey vermedi. Tekâmül masalları, ilmî araştırmalar üzerinde tahrîb edici te’sîr yapdı. Tahrîfâta, lüzûmsuz münâkaşalara ve ilmin büyük ölçüde sûistimâllerine yol açdı. Şimdi Darwinin teorisi, dikiş yerlerinden patlamış, geriye perîşân ve bozuk bir düşünce yığını bırakmışdır” dedi. Prof. Durantın vatandaşı hakkında söylediği bu sözler, Darwincilere ilm adına verilen en enteresan cevâblardan biridir. Günümüzde tekâmül teorisinin değişik kültür seviyesindeki insanlara anlatılmak istenmesinin asıl sebebi ideolojikdir. İlmî değildir. Bu teori materyalist felsefenin telkîni için bir vâsıta olarak kullanılmakdadır. İnsan, maymundan oldu sözü, ilmî bir söz değildir. Fennî bir söz de hiç değildir. Darwinin sözü de değildir. İlmden, fenden haberi olmıyan câhil islâm düşmanlarının yalanlarıdır. İlm adamı, fen adamı, böyle câhilce, saçma söz söyliyemez. Üniversiteden diploma alan bir kimse, sefâhete ya’nî zevk ve eğlenceye başlayıp, bulunduğu ilm dalında çalışmaz, okuduklarını da unutursa, bu kimse ilm adamı, fen adamı olamaz. İslâm düşmanlığı da yaparak, yalan ve yanlış sözlerini, yazılarını, ilm ve fen olarak saçmağa kalkışırsa, cem’ıyyet için zararlı, alçak, hâin bir mikrop olur. Onun diploması, etiketi, mevkı’i, bir

– 172 –
gösterişti, mevkı’i, bir gösteriş, gençleri avlıyan bir tuzak olur. Yalanlarını, iftirâlarını, ilm ve fen olarak saçan fen taklîdcilerine, (Fen yobazı) denir. Bu fen yobazlarına aldanmamalıdır.

       Allahü teâlâ, insanların dünyâda râhat, huzûr içinde yaşamalarını, âhıretde de sonsuz se’âdete kavuşmalarını istiyor. Bunun için, se’âdete sebeb olan fâideli şeyleri emr etdi. Felâkete sebeb olan, zararlı şeyleri yasak etdi. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın, inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veyâ bilmiyerek, ahkâm-ı islâmiyyeye, ya’nî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uyduğu kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar. Fâideli ilâcı kullanan herkesin, derdden, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi, dinsiz, îmânsız, çok kimsenin ve milletlerin, birçok işlerinde muvaffak olmaları, Kur’ân-ı kerîmin ahkâmına uygun olarak çalışdıkları içindir. Kur’ân-ı kerîme uyarak, âhıretde sonsuz se’âdete kavuşabilmek için ise, buna, inanarak, uymak lâzımdır.

       Allahü teâlânın birinci emri (Îmân) etmekdir. Birinci yasak etdiği şey de (Küfr)dür. Îmân demek, Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlânın son Peygamberi olduğuna inanmakdır. Allahü teâlâ, Ona emrlerini ve yasaklarını arabî olarak (Vahy) etmişdir. Ya’nî bir melek vâsıtası ile bildirmiş, O da bunların hepsini insanlara anlatmışdır. Allahü teâlânın arabî olarak, bir melek ile bildirdiklerine (Kur’ân-ı kerîm) denir. Kur’ân-ı kerîmin hepsi yazılı kitâba (Mıshaf) denir. Kur’ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâmın sözü değildir. Allah kelâmıdır. Hiç bir insan öyle düzgün söyliyemez. Kur’ân-ı kerîmde bildirilenlerin hepsine (İslâmiyyet) denir. Hepsine kalb ile inanan insana (Mü’min) ve (Müslimân) denir. Birini bile beğenmemeğe, îmânsızlık, ya’nî (Küfr) [Allaha düşman olmak] denir. Kıyâmete, cinnin, meleklerin var olduklarına, Âdem Peygamberin “aleyhissalâtü vesselâm”, bütün insanların babası olduğuna ve ilk Peygamber olduğuna inanmak, yalnız kalb ile olur. Bunlara, (Îmân), (İ’tikâd) ve (Akâid) bilgileri denir. Beden ile ve kalb ile yapılacak ve sakınılacak şeylere ise, hem inanmak, hem de yapmak veyâ sakınmak lâzımdır. Bunlara (Ahkâm-ı islâmiyye) bilgileri denir. Bunlara inanmak da, îmân olur. Bunları yapmak ve sakınmak, (İbâdet) olur. Niyyet ederek ahkâm-ı islâmiyyeye uymağa (İbâdet) yapmak denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiyye) denir. Emr edilenlere (Farz),yasak edilenlere (Harâm)denir. Görülüyor ki, ibâdetlerin, vazîfe olduğuna inanmıyan, ehemmiyyet vermiyen (Kâfir) [Allaha düşman] olur. Bunlara inanıp da, yapmıyan kâfir olmaz. Buna (Fâsık) denir. İslâm bilgilerine îmân edip de, elinden geldiği kadar yapan mü’mine, (Sâlih müslimân) [iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızâsını,

– 173 –
sevgisini kazanmak için, islâmiyyete uyan ve bir mürşidi seven müslimâna (Sâlih)[iyi insan] denir. Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmış olana (Ârif) veyâ (Velî) denir. Başkalarının da, bu sevgiyi kazanmalarına vâsıta olan Velîye (Mürşid) denir. Bu mubârek, seçilmiş insanların hepsine (Sâdık) denir. Bunların hepsi sâlihdir. Sâlih mü’min Cehenneme hiç gitmiyecekdir. Kâfir, muhakkak Cehenneme gidecekdir. Cehennemden hiç çıkmıyacak, sonsuz azâb görecekdir. Kâfir îmân ederse, bütün günâhları hemen afv olur. Fâsık, tevbe edip, ibâdetleri yapmağa başlarsa, Cehenneme girmiyecek, sâlih mü’min gibi, doğru Cennete gidecekdir. Tevbe etmezse, yâ şefâ’at ile veyâ sebebsiz afv olup, doğru Cennete gidecek, yâhud Cehennemde günâhları kadar yandıkdan sonra, Cennete girecekdir.

       Kur’ân-ı kerîm, o zemânki insanların konuşduğu arabî gramere uygun olarak gelmişdir ve nazm hâlindedir. Ya’nî, şi’r gibi, düzgündür. Arabî lisânının incelikleri ile doludur. Bedi’, Beyân, Me’ânî ve Belâgat ilmlerinin bütün inceliklerine uygundur. Bunun için anlaması çok güçdür. Arabî lisânının inceliklerini bilmiyen kimse, arabî okuyup yazsa bile, Kur’ân-ı kerîmi iyi anlıyamaz. Bu incelikleri bilenler bile anlıyamamış, çok yerlerini, Peygamber efendimiz açıklamışdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bu açıklamalarına (Hadîs-i şerîf) denir. Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în, Peygamberimizden “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” işitip öğrendiklerini, gençlere bildirmişlerdir. Zemân geçdikce kalbler kararmış, hele yeni müslimân olanlar, Kur’ân-ı kerîmden, kendi noksan aklları ve kısa görüşleri ile ma’nâ çıkarmağa kalkışmışlar, Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymıyan şeyler anlamışlardır. İslâm düşmanları da, bu bölünmeyi, parçalanmağı körüklemiş, böylece, yetmişiki dürlü bozuk, sapık inanış meydâna gelmişdir. Böyle sapık inanan müslimânlara (Bid’at ehli) veyâ (Dalâlet ehli) denir. Yetmişiki bid’at fırkasından olanların hepsi, muhakkak Cehenneme girecek, fekat mü’min oldukları için, Cehennemde sonsuz kalmıyacaklar, çıkıp Cennete gireceklerdir. İnanışı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık olarak bildirilmiş bir bilgiye uymaz ise, bunun îmânı gider. Buna (Mülhid) denir. Mülhid, kendini müslimân sanır.

       İ’tikâd bilgilerini, ya’nî inanılması lâzım olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” doğru olarak öğrenip, kitâblara yazan islâm âlimlerine, (Ehl-i sünnet) âlimleri denir “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Bunlar, dört mezhebin birinde ictihâd derecesine yükselmiş olan âlimlerdir. Bu âlimler, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, kendi aklları ile,kendi görüşleri ile

– 174 –
anlamağa kalkışmamış, yalnız Eshâb-ı kirâmdan öğrendiklerine inanmışlardır. Kendi anladıklarına uymamışlar, Peygamberimizin bildirdiği doğru yolu yaymışlardır. Osmânlı devleti müslimân idi ve Ehl-i sünnet i’tikâdında idi.

       Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ve birçok kıymetli kitâblar yazıyor ki, dünyâda ve âhıretde felâketlerden kurtulmak ve râhat, mes’ûd yaşamak için önce Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdikleri gibi îmân etmek, ya’nî öğrenmek ve hepsine inanmak lâzımdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmıyan kimse, yâ (Bid’at ehli), ya’nî sapık müslimân olur. Yâhud (Mülhid), ya’nî kâfir olur. Îmânı, ya’nî i’tikâdı doğru olan mü’minin ikinci vazîfesi, sâlih olmakdır. Ya’nî, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmakdır. Bunun için, kalb ile ve beden ile yapılması ve sakınılması emr olunan islâm bilgilerini öğrenip, bunlara uygun yaşamak lâzımdır. Ya’nî ibâdet yapmakdır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, ibâdet bilgilerini anlatırken dörde ayrıldılar. Dört (Mezheb) meydâna geldi. Ayrılıkları az ve mühim olmıyan işlerde olduğu için ve îmânlarında birleşdikleri için, birbirlerini sever ve sayarlar. Her müslimânın bu dört mezhebden birine göre ibâdet yapması lâzımdır. Bu dört mezhebden birine uymıyan kimsenin Ehl-i sünnetden ayrılmış olacağı Tahtâvînin (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesi Zebâyıh kısmında yazılıdır.

      Harbde esîr alınan herhangi bir kâfir veyâ sulh zemânında, bir kâfir, ben müslimân oldum deyince, buna inanılır. Fekat, bunun (Îmânın altı şartı)nı hemen öğrenmesi ve inanması lâzımdır. Sonra farzları ve harâmları, sırası gelince ve imkân bulunca, hemen öğrenmesi ve öğrendiklerine uyması lâzımdır. Öğrenmezse veyâ öğrendiklerinden birine dahî ehemmiyyet vermeyip, yapmazsa, Allahü teâlânın dînine ehemmiyyet vermemiş olur. Îmânı yok olur. Böyle îmânı giden kimseye (Mürted) denir. Mürtedlerden din adamı şekline girip, müslimânları aldatanlara (Zındık) denir. Zındıklara, bunların yalanlarına aldanmamalıdır. Bir kimse, dünyâ çıkarlarında aldanmayıp, lâkin islâmı vasf ve te’akkul etmiyerek, müslimânlığı bilmiyerek bâliğ olmuş ise, bunun mürted hükmünde olacağı, (Siyer-i Kebîr şerhi) tercemesinin yüzonaltıncı sahîfesinde ve (Dürr-ül-muhtâr)da, kâfirin nikâhı sonunda yazılıdır. (Dürr-ül-muhtâr)da, kâfirin nikâhı sonunda diyor ki, nikâhlı müslimân bir kız, bâliga olduğu zemân, müslimânlığı bilmezse, nikâhı bozulur. [Ya’nî mürted olur.] Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da, tekrâr etmeli ve bunlara inandım demelidir. İbni Âbidîn “rahimehullahü teâlâ”, bunu açıklarken diyor ki,(Kız küçük

– 175 –
iken, anasına babasına tâbi’ olarak müslimândır. Bâliga olunca, anasının babasının dînine tâbi’ olması devâm etmez. İslâmiyyeti bilmeyerek bâliga olunca, mürted olur. Îmân edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhîd söylese, ya’nî (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) dese, müslimân olmaz. (Âmentü billâhi...) de bulunan altı şeye inanan ve Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını kabûl etdim diyen kimse, müslimân olur). Buradan anlaşılıyor ki, her müslimânın, çocuklarına (Âmentü billâhi ve Melâiketihi ve Kütübihi ve Rüsülihi vel Yevmil-âhiri ve bil Kaderi hayrihi ve şerrihi minallâhi teâlâ vel-bâ’sü ba’delmevti hakkun Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühu) ezberletmeli, ma’nâsını iyice öğretmelidir. Çocuk bu altı şeyi ve islâmiyyetin emrlerinden ve yasaklarından birisini öğrenmez ve inandığını söylemezse, bâlig olduğu zemân müslimân olmaz, mürted olur. Bu altı şey üzerinde, (Herkese Lâzım Olan Îmân) kitâbında geniş bilgi vardır. Her müslimânın bu kitâbı okuyup ve çocuklarına okutup, îmânlarını kuvvetlendirmeleri ve bütün tanıdıklarının okumaları için çok gayret etmesi lâzımdır. Bunun için, çocuklarımızın mürted yetişmemesi için çok dikkat etmeliyiz. Onlara, dahâ küçük yaşda, îmânı, islâmı, abdesti, guslü, nemâzı öğretmeliyiz! Ananın babanın birinci vazîfesi, evlâdını müslimân olarak yetişdirmekdir.

       (Dürer ve Gurer)de diyor ki, (Mürted olan erkeğe müslimân ol denir. Şübhe etdiği şey anlatılır. Zemân isterse, üç gün habs olunur. Tevbe ederse kabûl edilir. Tevbe etmezse, hâkim tarafından öldürülür. Mürted olan kadın öldürülmez. Müslimân oluncaya kadar habs olunur. Dâr-ül-harbe kaçarsa, Dâr-ül-harbde câriye olmaz. Esîr alınırsa câriye olur. Mürted olunca, nikâh fesh olur. Bütün malları mülkünden çıkar. Tekrâr müslimân olursa, tekrâr mülkü olurlar. Ölünce veyâ Dar-ül-harbe kaçınca [veyâ Dâr-ül-harbde mürted olunca] müslimân vârisine kalır. [Vârisi yoksa, Beyt-ül-mâldan hakkı olanların olur.] Mürted mürtede vâris olamaz. Mürted iken kazandıkları mülkü olmaz. Müslimânlara fey olur. Alış veriş ve kirâ sözleşmeleri ve hediyye vermesi bâtıl olur. Tekrâr müslimân olursa, sahîh hâle dönerler. Evvelki ibâdetlerini kazâ etmez. Yalnız, tekrâr hac yapması lâzım olur). Îmândan sonra, ilk öğrenilecek şey, abdest almak, gusl abdesti ve nemâzdır.

       Îmânın altı şartı: Allahü teâlânın var olduğuna ve bir olduğuna ve sıfatlarına inanmak, Meleklere, Peygamberlere, Kitâblara, Âhıretde olan şeylere, Kazâ ve Kadere îmândır. İleride bunları ayrı ayrı açıklıyacağız.

– 176 –

       Sözün kısası, kalb ile ve beden ile, islâmiyyetin emrlerine ve yasaklarına uymalı ve kalb, gafletden uyanık olmalıdır. Kalbi uyanık olmayan [ya’nî Allahü teâlânın varlığını, büyüklüğünü ve Cennet ni’metlerini ve Cehennem ateşinin şiddetini hâtırlamayan, düşünmiyen] kimsenin bedeninin islâmiyyete uyması güç olur. Fıkh âlimleri fetvâları bildirirler. Bunların yapılmasını kolaylaşdırmak, Allah adamlarının işidir. Bedenin islâmiyyete severek ve kolay uyması için, kalbin temiz olması lâzımdır. Fekat yalnız kalbin temiz olmasına, ahlâkın güzel olmasına ehemmiyyet verip, bedenin islâmiyyete uymasına ehemmiyyet vermiyen kimse, (Mülhid)dir. Bunun nefsinin parlaması ile hâsıl olan [gaybdan haber vermek, hastaları okuyup üfleyip iyi etmek] gibi âdet dışı başarıları (İstidrâc) olup, kendisini ve buna uyanları Cehenneme sürükler. Kalbin temiz ve nefsin mutmainne [uysal] olduğunun alâmeti, bedenin islâmiyyete seve seve uymasıdır. His organlarını ve bedenini islâmiyyete uydurmıyanların (Kalbim temizdir. Sen kalbe bak!) demeleri boş lâfdır. Böyle söylemekle kendilerini ve etrâfındakileri aldatmakdadırlar.]

İMANIN SIFATLARI
ÎMÂNIN SIFATLARI

       Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki, îmânın sıfatları altıdır:

       ÂMENTÜ BİLLÂHİ: Ben Allahü azîm-üş-şânın varlığına ve birliğine inandım, îmân etdim.

       Allahü azîm-üş-şân, vardır ve birdir.

       Şerîki ve nazîri yokdur. (Ortağı ve benzeri yokdur).

      Mekândan münezzehdir. (Bir yerde değildir).

       Kemâl sıfatlariyle muttasıfdır. Kemâl sıfatları vardır.

       Ve noksan sıfatlardan berîdir. Onda bulunmaz.

       Kemâl sıfatlar, Allahü azîm-üş-şânda bulunur. Noksan sıfatlar, bizlerde bulunur.

       Bizlerde bulunan noksan sıfatlar, elsizlik ve ayaksızlık ve gözsüzlük ve hastalık ve sağlık, yimek ve içmek ve bunlara benzeyen bir çok şeylerdir.

       Allahü azîm-üş-şânda bulunan sıfatlar, yer ve gökleri ve -havada, sularda, yer yüzünde ve toprak altında yaşamakda olan- dürlü mahlûkatı yaratması ve aklımızın erdiği ve -aczimiz sebebiyle- birçoklarına ermediği, pek çok mahlûkları [yaratıkları] her an varlıkda durdurması ve cümle mahlûkatın rızkını vermesi ve diğer kemâl sıfatlardır. Kâdir-i mutlakdır. Her varlık, Allahü azîmüş-şânın kemâl sıfatlarından bir eserdir.

– 177 –

       Allahü azîm-üş-şân hakkında, bizlere bilmesi vâcib olan sıfatlar, yirmiikidir. Ve yirmiiki de, muhâl sıfatları vardır.

       Vâcib, lâzım demekdir. Bu sıfatlar, Allahü azîm-üş-şânda bulunur. Muhâl olanlar bulunmaz. Muhâl, vâcibin zıddıdır. Var olamaz demekdir.

       Allahü azîm-üş-şân hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı nefsiyye birdir: Vücûd, ya’nî var olmakdır.

       Allahü azîm-üş-şânın var olmasının, naklen delîli, Allahü teâlânın, (İnnenî enellâhü) kavl-i şerîfidir. Aklen delîl ise, bu âlemleri halk eden [yokdan var eden], bir hâlık [yaratıcı], elbet mevcûddur, elbette vardır. Mevcûd olmamak muhâldir.

       Sıfât-ı nefsiyye demek; zât, Onsuz ve O, zâtsız tasavvur olunmaz, düşünülemez demekdir.

SIFATI ZATİYE
SIFÂT-I ZÂTİYYE

       Allahü azîm-üş-şân hakkında, bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı zâtiyye beşdir: Bunlara (Ülûhiyyet sıfatları) denir.

       1- Kıdem, Allahü azîm-üş-şânın varlığının evveli olmamak.

       2- Bekâ, Allahü azîm-üş-şânın varlığının âhırı olmamak, buna vâcib-ül-vücûd derler. Naklen delîl, Allahü teâlânın Hadîd sûresinde, üçüncü âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl varlığının evveli ve âhırı olsa, sonradan var olmuş olup, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olan, başkasını yaratamaz. Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       3- Kıyâm bi-nefsihi, Allahü azîm-üş-şân, zâtında ve sıfatlarında ve ef’âlinde, kimseye muhtâc olmamak. Naklen delîl, Muhammed “aleyhisselâm” sûresinin son âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, bu sıfatlar, Onda olmamış olsa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       4- Muhâlefetün lil-havâdis, Allahü azîm-üş-şân zâtında ve sıfatında, kimseye benzememek. Naklen delîl, Allahü teâlânın Şûrâ sûresindeki onbirinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl bu sıfatlar, Onda olmamış olsa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       5- Vahdâniyyet, Allahü azîm-üş-şânın, zâtında ve sıfatında ve ef’âlinde şerîki ve nazîri yokdur. Naklen delîl, Allahü teâlânın İhlâs sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer ortağı olsa, âlem fenâ bulur, yok olurdu. Biri, birşeyin yaratmasını ve diğeri yaratmamasını dilerdi.

SIFATI SUBUTİYE
– 178 –
[Âlimlerin çoğuna göre, (Vücûd) ya’nî var olmak da, ayrıca bir sıfatdır. Böylece, (Sıfât-ı zâtiyye) altı olmakdadır].
SIFÂT-I SÜBÛTİYYE
Allahü azîm-üş-şân hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı sübûtiyye sekizdir: Hayât, ilm, sem’, basar, irâde, kudret, kelâm, tekvîn.

       Bu sıfatların ma’nâları budur ki:

       1- Hayât, Allahü azîm-üş-şân, diri olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Bekara sûresindeki ikiyüzellibeşinci âyet-i kerîmesinin baş kısmıdır. Aklen delîl, Allahü azîm-üş-şân, diri olmasa, bu mahlûkat vücûda gelmezdi.

       2- İlm, Allahü azîm-üş-şânın bilmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Haşr sûresindeki yirmiikinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, Allahü azîm-üş-şânın bilmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Onun hakkında muhâldir.

      3- Sem’, Allahü azîm-üş-şânın işitmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın İsrâ sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, işitmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       4- Basar, Allahü azîm-üş-şânın görmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın yine İsrâ sûresindeki birinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, görmesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       5- İrâde, Allahü azîm-üş-şânın dilemesi olmak. Onun dilediği olur. O dilemezse, hiçbir şey olmaz. Varlıkları dilemiş, yaratmışdır. Naklen delîl, Allahü teâlânın İbrâhîm sûresindeki yirmiyedinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer dilemesi olmasa, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       6- Kudret, Allahü azîm-üş-şânın herşeye gücünün yetmesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Âl-i İmrân sûresindeki yüzaltmışbeşinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer gücü yetmese, âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       7- Kelâm, Allahü azîm-üş-şânın söylemesi olmak. Naklen delîl, Allahü teâlânın Nisâ sûresindeki yüzaltmışdördüncü âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, eğer söylemesi olmasa âciz ve nâkıs olurdu. Âciz ve nâkıs olmak, Allahü azîm-üş-şân hakkında muhâldir.

       8- Tekvîn, Allahü azîm-üş-şân hâlıkdır, yaratıcıdır. Her şeyi yaratan, yokdan var eden Odur. Ondan gayri yaratıcı yokdur. Naklen delîl, Allahü

– 179 –
teâlânın Zümer sûresindeki altmışikinci âyet-i kerîmesidir. Aklen delîl, yerlerde ve göklerde acâib-i mahlûkatı vardır ve cümlesini yaratan Odur. Ondan başkası için (yaratdı) demek küfr olur. İnsan birşey yaratamaz.

       Allahü azîm-üş-şân hakkında bize bilmesi vâcib olan sıfât-ı ma’neviyye, sekizdir. Hayyün, Alîmün, Semî’un, Basîrün, Mürîdün, Kadîrün, Mütekellimün, Mükevvinün.

       Bu sıfât-ı şerîflerin ma’nâları budur ki:

       1- Hayyün, Allahü azîm-üş-şân, diri olucudur.

       2- Semî’un, Allahü azîm-üş-şân, sem’ı kadîmi ile işiticidir.

       3- Basîrün, Allahü azîm-üş-şân, görücüdür.

       4- Mürîdün, Allahü azîm-üş-şân, irâde-i kadîmi ile dileyicidir.

       5- Alîmün, Allahü azîm-üş-şân, ilm-i kadîmi ile bilicidir.

       6- Kadîrün, Allahü azîm-üş-şân, kudret-i kadîmesi ile gücü yeticidir.

       7- Mütekellimün, Allahü azîm-üş-şân, kelâm-ı kadîmi ile söyleyicidir.

       8- Mükevvinün, Allahü teâlâ, herşeyi halk edicidir.

       Allahü teâlâ hakkında, muhâl olan sıfatlar, bunların zıddıdır.

      

VE MELÂİKETİHİ: Dahî ben, Allahü azîm-üş-şânın meleklerine inandım, îmân eyledim. Allahü azîm-üş-şânın melekleri vardır. Onları nûrdan halk etmişdir. Cismdirler. [Burada cism demek, fizik kitâblarında bildirilen cism değildir.] Yimezler ve içmezler. Onlarda erkeklik, dişilik olmaz. Gökden yere inerler ve yerden göğe çıkarlar. Ve bir hâlden bir hâle girerler. Göz açıp yumacak kadar, Allahü azîm-üş-şâna âsî olmazlar ve bizim gibi günâh işlemezler. Onların içinde mukarrebler ve Peygamberler vardır. Ve cümlesinin efdali, Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl, Azrâîl “aleyhimüsselâm”dır. Bu dördü cümle meleklerin Peygamberleridir. Ve onların her birisini, Allahü azîm-üş-şân, bir hizmete koymuşdur. Kıyâmete kadar, başka bir hizmete nevbet gelmez. VE KÜTÜBİHİ: Dahî, Allahü azîm-üş-şânın kitâblarına inandım, îmân eyledim. Allahü azîm-üş-şânın kitâbları vardır. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen, yüzdört kitâbdır. Yüzü küçük kitâbdır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitâbdır. Tevrât, hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm”a, Zebûr, hazret-i Dâvüd “aleyhisselâm”a, İncîl, hazret-i Îsâ “aleyhisselâm”a, Kur’ân-ı kerîm, bizim Peygamberimiz Muhammed “aleyhisselâm”a nâzil olmuşdur. Bugün yehûdîlerin ve
– 180 –
hıristiyanların okudukları (Tevrât) ve (İncîl) hakkında (Cevâb Veremedi) kitâbımızda geniş bilgi vardır. Yüz suhufdan, on suhufu, hazret-i Âdem “aleyhisselâm”a, elli suhufu, Şit “aleyhisselâm”a, otuz suhufu, İdrîs “aleyhisselâm”a, on suhufu, İbrâhîm “aleyhisselâm”a inmişdir. Bunların cümlesini, Cebrâîl “aleyhisselâm” indirmişdir. Cümlesinden sonra, Kur’ân-ı azîm-üş-şân nâzil olmuşdur. Kur’ân-ı azîm-üş-şânın nüzûlü -az az, âyet âyet- yirmiüç senede temâm olmuşdur. Ve hükmü, kıyâmete değin bâkîdir. Nesh olmakdan [geçersiz olmakdan] ve tebdîl ile tahrîfden [insanların değişdirmelerinden] mahfûzdur. VE RÜSÜLİHİ: Dahî ben, Allahü azîm-üş-şânın Peygamberlerine “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” îmân eyledim. Allahü teâlânın Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” vardır. Peygamberlerin hepsi insandır. Evveli Âdem “aleyhisselâm” ve âhırı, bizim Peygamberimiz hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”dir. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gelmiş ve geçmişdir. Onların sayısını Allahü azîm-üş-şân bilir. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfatlar beşdir: Sıdk, Emânet, Teblîg, İsmet, Fetânet. 1- Sıdk, cümle Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, sözlerinde sâdık olurlar. Her sözleri doğrudur. 2- Emânet, Onlar emânete hıyânet etmezler. 3- Teblîg, Onlar, Allahü azîm-üş-şânın emrinin ve nehyinin hepsini bilip, ümmetlerine bildirir ve ulaşdırırlar. 4- İsmet, büyük ve küçük bütün günâhlardan berî olmakdır. Hiç günâh işlemezler. İnsanlardan ma’sûm olan, yalnız Peygamberlerdir “aleyhimüsselâm” [Bunlardan başkasına ma’sûm diyenler, Şî’îlerdir]. 5- Fetânet, Cümle Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, sâir insanlardan dahâ akllı olmakdır. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” için câiz olan sıfatlar beşdir: Onlar, yirler, içerler, hasta olurlar, ölür, dünyâlarını değişdirirler. Dünyâya muhabbet etmezler. Kur’ân-ı azîm-üş-şânda, ism-i şerîfleri bildirilen yirmisekiz Peygamberdir. Bunları bilmek, herkese vâcibdir dediler. Peygamberlerin ismleri “aleyhimüssalâtü vesselâm”: Âdem,
– 181 –
İshak, Ya’kûb, Yûsüf, Şuayb, Mûsâ, Hârûn, Dâvüd, Süleymân, Yûnüs, İlyâs, Elyesa’, Zül-kifl, Eyyûb, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ, Muhammed “salevâtullahi alâ nebiyyinâ ve aleyhim”dir. Üzeyr ve Lokmân ve Zülkarneyn için, ihtilâf olundu. Bunlara ve Hıdır aleyhisselâma âlimlerden kimisi nebîdir, kimisi velîdir, dediler. Mektûbât-ı Ma’sûmiyye C.2, 36.cı mektûbda, Hıdırın Peygamber olduğunu bildiren haberin kuvvetli olduğu yazılıdır. 182.ci mektûbda, Hıdır aleyhisselâmın, insan şeklinde görülmesi ve ba’zı işler yapması, Onun hayâtda olduğunu göstermez. Allahü teâlâ, Onun ve birçok peygamberin ve velînin rûhlarının insan şeklinde görülmesine izin vermişdir. Onları görmek hayâtda olduklarını göstermez demekdedir. Ve dahî, sana gereken, ilk Peygamber olan hazret-i Âdem “aleyhisselâm” zürriyyetindenim ve âhır zemân Peygamberi Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” dîninden ve ümmetindenim, elhamdülillah, demekdir. Vehhâbîler, Âdem aleyhisselâmın peygamber olduğuna inanmıyorlar. Bunun için ve müslimânlara müşrik dedikleri için, kâfir oluyorlar. VEL-YEVMİL-ÂHIRI: Dahî ben, kıyâmet gününe inandım. Îmân etdim. Çünki, Allahü teâlâ haber vermişdir. Kıyâmet günü, kabrden kalkınca başlar. Cennete veyâ Cehenneme gidinceye kadar devâm eder. Cümlemiz ölüp yine dirilsek gerekdir. Cennet ve Cehennem ve mîzân [Terâzî] ve sırât köprüsü, haşr [toplanmak] ve neşr [Cennete ve Cehenneme dağılmak], kabr azâbı, münker ve nekîr adındaki iki meleğin kabrde süâli hakdır. Ve olacakdır. VE BİL-KADER-İ HAYRİHİ VE ŞERRİHİ MİNALLAHİ TEÂLÂ: Dahî hayr ve şer, olmuş ve olacak şeylerin cümlesi, Allahü azîm-üş-şânın takdîriyle, ya’nî ezelde bilmesi ve dilemesi ve vaktleri gelince yaratması ile ve levh-il mahfûza yazmasiyle olduğuna inandım, îmân eyledim. Kalbimde, aslâ şek ve şübhe yokdur. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh. Ve dahî, i’tikâdda [ya’nî inanılacak şeylerde] mezhebim, (Ehl-i sünnet ve cemâ’at) mezhebidir. Ben bu mezhebdenim. Diğer yetmişiki fırkanın inançları yanlışdır, bozukdur. Cehenneme gideceklerdir. [Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” hepsini sevenlere (Ehl-i sünnet) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi âlim ve âdil idi. İnsanların efendisinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinde, hizmetinde bulunmuşlar ve Ona yardımcı olmuşlardır. En az sohbetde bulunanı bile, Eshâb-ı kirâmdan olmıyan en yüksek Velîden dahâ yüksekdir. Oislâm güneşinin, O Allahü teâlânın habîbinin bir
– 182 –
sohbetinde, bir teveccühünde hâsıl olan hâller, o mubârek nefesleri ve nazarları te’sîri ile zuhûr eden kemâller, o huzûra, o yakınlık se’âdetine kavuşamıyanlara nasîb olmamışdır. Eshâb-ı kirâmın hepsi “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” dahâ ilk sohbetde, nefslerine uymakdan kurtulmuşlardır. Hepsini sevmekle emr olunduk. (Şir’atül İslâm) şerhinin ilk sahîfelerinde: (Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” hepsinin hakkında, mümkin olduğu kadar, iyi söyleyiniz, onların hiç birine sakın dil uzatmayınız) diye yazıyor. Yetmişiki fırkaya gelince: Kimi ifrâta vararak, taşkınlık yapdı, kimi tefrîte düşerek haklarını vermedi, kimi akla güvendi, kimi felsefeye ve eski yunan felsefecilerine aldandı. Böylece dîn-i islâmda olmıyan, hattâ yasak olan şeyleri yapdılar. Bid’ate sarıldılar. Sünneti, ya’nî islâmiyyeti bırakdılar. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hazret-i Ömer “radıyallahü anhümâ” gibi, Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” icmâ’ ile en üstünü olanlarını, hattâ Peygamber efendimizi “aleyhisselâm” çekemiyenler zuhûr etdi. Peygamber efendimizin mi’râca, cesedi ve rûhu birlikde olarak götürüldüğünü inkâr edenler türedi. Çok şaşılır ki, zemânımızda da islâm âlimi olarak tanınan, fekat yetmişiki fırkanın en zararlısı (İsmâ’îliyye) ağzı ile konuşan zevallılar görülmekdedir. Peygamber efendimizin “aleyhisselâm” annelerinin ve babalarının kâfir olduğunu ve Peygamber efendimizin “aleyhisselâm” nübüvveti teblîgden önce putlara kurban kesdiğini söyleyerek, vesîka olarak da ba’zı şî’î kitâblarını göstererek ve bunlar gibi nice yıkıcı yazılarla temiz gençleri aldatmağa, zehrlemeğe çalışmakdadırlar. Böylece bozguncuların maksadı; islâm dînini baltalamak, gençlerin îmânını çalmak, onlara küfrü bulaşdırmak olduğu açıkça anlaşılmakdadır. Hadîs-i şerîfde: (Kur’ân-ı kerîme kendi aklı ile ma’nâ veren kâfir olur), buyuruldu. Din âlimleri edebli idi. Dikkatli konuşurlardı ve yazarlardı. Yanlış bir şey söylemiyeyim diye, çok düşünürlerdi. Ulu orta konuşmak, islâmiyyeti (Edille-i şer’ıyye)den, ya’nî dört ana kaynakdan alarak değil de, kendi yanlış görüşleri ile ve bozuk düşünceleri ile anlatmağa kalkışmak, değil bir islâm âliminin, herhangi bir müslimânın bile yapacağı şey değildir. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” büyüklüğünü anlamayan câhillerin, i’tikâdı zedeliyen yıkıcı sözlerini ve yazılarını öldürücü zehr bilmeliyiz. Fârisî mısra’ tercemesi: Îmânıma saldıracaklarından söğüt yaprağı gibi titriyorum. Allahü teâlâ, kalblerimizde, sevdiklerinin sevgisini artdırsın.
– 183 –

       Düşmanlarını sevmek felâketine düşürmesin! Bir kalbde îmân bulunduğuna alâmet, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemekdir.] Amelde mezheb dörtdür: İmâm-ı a’zam, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Mâlik, imâm-ı Ahmed bin Hanbelin “rahmetullahi aleyhim” mezhebleri. Bu dört mezhebden, her hangi birini taklîd etmek lâzımdır. Dördünün mezhebi de hakdır, doğrudur. Dördü de Ehl-i sünnetdir. Biz, İmâm-ı a’zam mezhebindeniz. Bu mezhebde olanlara (Hanefî) denir. İmâm-ı a’zam mezhebi savâbdır, doğrudur. Hatâ olmak ihtimâli de vardır. Diğer üç mezheb hatâdır. Savâb olmak ihtimâli de vardır deriz. Ve dahî, îmânın, bizde bâkî kalıp çıkmamasının şartı ve sebebi altıdır: 1- Biz gâibe îmân eyledik. Bizim îmânımız gâibedir, zâhire değildir. Zîrâ biz, Allahü azîm-üş-şânı, gözümüzle göremedik. Lâkin görmüş gibi inandık, îmân etdik. Bundan aslâ şübhemiz yokdur. 2- Yerde ve gökde, insanda ve cinde ve meleklerde ve Peygamberlerde “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, gâibi bilen yokdur. Gâibi ancak Allahü azîm-üş-şân bilir ve dilediklerini dilediklerine bildirir. [Gâib demek, duygu organları ile veyâ hesâb, tecribe ile anlaşılmıyan demekdir. Gâibi ancak Onun bildirdikleri bilir.] 3- Harâmı harâm bilip, i’tikâd etmek. 4- Halâlı halâl bilip, böyle i’tikâd etmek. 5- Allahü azîm-üş-şânın azâbından emîn olmayıp, dâimâ korkmak. 6- Her ne kadar günâhkâr olsa da, Allahü azîm-üş-şânın rahmetinden ümmîd kesmemek. Bu altı şeyden birisi, bir kimsede bulunmasa da, beşi bulunsa, yâhud birisi bulunsa da, beşi bulunmasa, o kimsenin îmânı ve islâmı sahîh değildir. Şimdi îmânı olduğu hâlde, ileride îmânının gitmesine sebeb olan şeyler kırk [40] kadardır: 1- Bid’at sâhibi olmak. Ya’nî i’tikâdı bozuk olmak. [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru i’tikâddan çok az da olsa ayrılan, sapık veyâ kâfir olur. İnanması zarûrî olan şeye inanmazsa, hemen kâfir olur. İnanması zarûrî olmayan şeyi inkâr etmek (Bid’at) veyâ (Dalâlet) olur. Son nefesde îmânsız gitmeğe sebeb olur.] 2- Za’îf îmân, ya’nî amelsiz îmân.

– 184 –
3- Dokuz a’zâsını doğru yoldan çıkarmak. 4- Büyük günâh işlemeğe devâm etmek. [Bunun için, içki içmemeli, müslimân hanımları ve kızları, baş, saç, baldır ve bileklerini yabancı erkeklere göstermemelidir.] 5- Ni’met-i islâma şükrünü kesmek. 6- Âhırete îmânsız gitmekden korkmamak. 7- Zulm etmek. 8- Sünnet üzere okunan ezân-ı Muhammedîyi dinlememek. [Böyle okunan ezâna kıymet vermezse hemen kâfir olur.] 9- Anaya babaya âsî olmak. Onların islâmiyyete uygun olan, mubâh olan emrlerini sert sözle red etmek. 10- Doğru olsa bile, çok yemîn etmek. 11- Nemâzda, rükû’da, kavmede, iki secdede ve celsede, ta’dîl-i erkânı terk etmek. Ta’dîl-i erkân, tumânînet ile, ya’nî hiç hareket etmeden sübhânallah diyecek kadar durmakdır. 12- Nemâzı ehemmiyyetsiz sanıp, öğrenmesine ve çoluk çocuğuna öğretmeğe ehemmiyyet [önem] vermemek ve nemâz kılanlara mâni’ olmak. 13- Hamr [şerâb] ve fazlası serhoş eden her içkiyi, az da olsa, içmek. [Bira içmek de harâmdır.] 14- Mü’minlere eziyyet etmek. 15- Yalan yere evliyâlık ve din bilgisi satmak. Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeyip, kendini din adamı, vâiz olarak tanıtmak. [Böyle yalancıların yazdıkları uydurma din kitâblarını okumamalıdır. Va’z ve nutklarını dinlememelidir.] 16- Günâhını unutmak, küçük görmek. 17- Kibrli olmak, ya’nî kendisini beğenmek. 18- Ucb, ya’nî ilm ve amelim çokdur demek. 19- Münâfıklık, iki yüzlülük. 20- Hased etmek, din kardeşini çekememek. 21- Hükûmetin ve üstâdının islâmiyyete muhâlif olmayan sözünü yapmamak. Muhâlif olan emrlerine karşı gelmek. 22- Bir kimseyi tecribe etmeden, iyi demek. 23- Yalanda ısrâr etmek. 24- Ulemâdan kaçmak. [Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumamak.] 25- Bıyıklarını sünnet mikdârından ziyâde fazla uzatmak. 26- Erkekler ipek giymek. Sun’î ipek ve atkısı ipek, çözgüsü pamuk olan câizdir.
– 185 –
27- Gîbet etmekde ısrâr etmek. 28- Kâfir de olsa, komşusuna eziyyet etmek. 29- Dünyâ umûru için, çok gazaba gelmek, sinirlenmek. 30- Ribâ, fâiz almak ve vermek. 31- Öğünmek için elbisesinin kollarını ve eteklerini fazla uzatmak. 32- Sihrbazlık, büyü yapmak. 33- Müslimân ve sâlih olan mahrem akrabâyı ziyâreti terk etmek. 34- Allahü teâlânın sevdiği kimseyi sevmemek ve islâmiyyeti bozmak için uğraşanları sevmek. 35- Mü’min kardeşine üç günden fazla kin tutmak. 36- Zinâya devâm etmek. 37- Livâtada bulunup, tevbe etmemek. Livâta, zekeri başkasının dübürüne sokmakdır. Erkeklerin idrâr çıkan yerine zeker, kadınların yerine ferc denir. 38- Ezânı fıkh kitâblarının bildirdikleri vaktlerde ve sünnete uygun okumamak ve sünnete uygun okunan ezânı işitince saygı göstermemek. 39- Münkeri (harâm) işliyeni görüp de, gücü yetdiği hâlde, tatlı dil ile nehy [ya’nî men’] etmemek. 40- Karısının, kızının ve nasîhat vermek hakkına sâhib olduğu kadınların başı, kolları, bacakları açık, süslü, kokulu sokağa çıkmasına ve kötülerle görüşmesine râzı olmak. Peygamberlerin Allahü azîm-üş-şândan getirdiği şeyleri, dil ile ikrâr ve kalb ile tasdîk etmeğe (îmân) denir. Muhammed aleyhisselâma îmân etmeğe ve bildirdikleri ile amel etmeğe (İslâmiyyet) denir. Ve dahî, Din ve Millet, ikisi birdir. Peygamberlerin Allahü azîm-üş-şândan i’tikâda, ya’nî inanmağa müteallik getirdiği şeylere din ve millet denir. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Hak teâlâdan amele, işe müteallik getirdiği şeylere, (İslâmiyyet) veyâ (ahkâm-ı islâmiyye) denir. Ve dahî, îmân-ı icmâlî, ya’nî kısaca inanmak kâfîdir. Tafsîl etmek, îmânı uzun bilmek lâzım değildir. Mukallidin, anlamadan inananın îmânı sahîhdir. Ve ba’zı yerlerde, tafsîl dahî gereklidir. Îmân üç kısmdır: Îmân-ı taklîdi, îmân-ı istidlâlî, îmân-ı hakîkî. Îmân-ı taklîdî, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı bilmez. Anasından, babasından işitdiği gibi, inanır ve gördüğü gibi ibâdet
– 186 –
yapar. Bu gibilerin îmânından korkulur. Îmân-ı istidlâlî, farzı, vâcibi, sünneti, müstehabı ve harâmı hem bilir ve hem islâmiyyete uyar. İnanılacak şeyleri hem bilir, hem bildirir. Üstaddan, ilmihâl kitâbından öğrenmiş, bu gibilerin îmânı kuvvetlidir. Îmân-ı hakîkî, cümle âlem bir yere gelse, hepsi Rabbi inkâr etseler, o etmez. Ve kalbine aslâ şek ve şübhe gelmez. Onun îmânı, enbiyâ îmânı gibidir. Böyle îmân, diğer iki îmândan a’lâdır. Vedahî, islâmiyyet ahkâmı, amele müteallikdir. Îmâna müteallik değildir. Yalnız îmân ile Cennete girilir. Fekat, yalnız amel ile, Cennete girilmez. Amelsiz îmân makbûldür. Ammâ, îmânsız amel makbûl değildir. Îmânı olmıyanların yapdıkları ibâdetler, hayrlı işler, sadakalar, kıyâmetde hiç bir işe yaramaz. Îmân başkasına hediyye verilmez, ammâ amelin sevâbı verilir. Îmân vasiyyet edilmez. Ammâ, kendi için amel yapılması, vasıyyet edilir. Ameli terk eden, kâfir olmaz, lâkin îmânı terk eden ve amele kıymet vermiyen kâfir olur. Özrü olandan, âciz olandan amel afv olunur. Îmân, kimseden afv olunmaz. Cemî’ Nebîlerin ümmetlerine bildirdikleri îmân birdir. Ancak, ahkâmlarında, dinlerinde, amellerinde ihtilâf, ayrılık vardır. Ve dahî, îmân iki nev’dir. Biri, îmân-ı hılkî ve biri de, îmân-ı kesbî. Îmân-ı hılkî, ahd-i mîsâk vaktinde, kulların BELÂ (Evet) demeleridir. Îmân-ı kesbî, bulûğdan sonra edilen îmândır. Cemî’ mü’minlerin îmânı birdir. Amelleri bir değildir. Îmân, farz-ı dâimdir. Amel, vakti gelince farz olur. Îmân, kâfire ve müslime farzdır. Amel yalnız müslime farzdır. Ve dahî, îmân sekiz nev’dir: Îmân-ı metbû, melekler îmânıdır. Îmân-ı ma’sûm, Nebîler îmânıdır. Îmân-ı makbûl, mü’minler îmânıdır. Îmân-ı mevkûf, ehl-i bid’atin bozuk îmânıdır. Îmân-ı merdûd, münâfıkların izhâr etdikleri yalan îmândır. Îmân-ı taklîdî, anasından ve babasından işitip, üstâddan öğrenmemiş olan kimsenin îmânıdır. Bu gibilerin îmânından korkulur. Îmân-ı istidlâlî, Mevlâ-ı müteâliyi, delîl ile anlayarak bilendir. Onun îmânı kuvvetlidir. Îmân-ı hakîkî, cümle âlem bir yere gelse ve Rabbini inkâr etseler, o inkâr etmez ve kalbine aslâ şek ve şübhe gelmez. İşte bunun, cümleden a’lâ olduğunu yukarıda bildirmişdik.
– 187 –
Îmânın hükmü üçdür: Evvelkisi, boynu kılıncdan kurtulur. İkincisi, malı cizyeden ve harâcdan kurtulur. Üçüncüsü, cesedi Cehennemde -muhalled- (devâmlı olarak) yanmakdan kurtulur. (Âmentü billâhi...) buna, sıfât-ı îmân ve mü’menün bih ve zât-i îmân ve asl-ı îmân da denilir. Ululuğuna binâen ve şerefine binâen. Ve dahî, îmânın medârı, ya’nî îmân etmenin lâzım olduğu zemân ikidir: Âkıl olmak ve bâliğ olmak. Ve îmânın sebebi ikidir: Âlemin yaratılması ve Kur’ân-ı azîmüş-şânın inmesi. Ve dahî, delîl ikidir: Delîl-i aklî ve delîl-i naklî. Ve dahî, îmânın rüknü, aslı ikidir: İkrârün bil-lisân ve tasdîkun bil-cenândır. Bunların da şartı ikidir: Kalbin şartı, şek olmamak, dilin şartı, ne söylediğini bilmekdir. Ve dahî, îmân mahlûk mudur? Allahü azîm-üş-şânın hidâyeti olması haysiyyetinden, gayr-ı mahlûkdur. Ammâ, kulun tasdîk ve ikrâr etmesi ciheti ile mahlûkdur. Îmân; cemî’ midir, bir bütün müdür, tefrîk, dağınık mıdır? Kalbde cemî’dir ve a’zâda tefrîkdir. Yakîn, Allahü azîm-üş-şânın zâtını, kemâliyle bilmekdir. Havf, Allahü azîm-üş-şândan korkmakdır. Recâ, Allahü azîm-üş-şânın rahmetinden ümmîdini kesmemekdir. Muhabbetullah, Allaha ve Resûlüne “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve dîn-i islâma ve mü’minlere muhabbet etmekdir. Hayâ, Allahdan ve Resûlünden “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” utanmakdır. Tevekkül, cemî’ işlerini Allahü teâlâya ısmarlamakdır. Bir işe başlarken Ona güvenmekdir. Ve dahî, îmân ve islâm ve ihsân neye derler? Îmân, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerine inanmağa derler. İslâm, Allahü azîm-üş-şânın emrlerini tutmağa ve nehyinden ictinâb etmeğe, sakınmağa derler. İhsân, Allahü azîm-üş-şânı görür gibi, ibâdet etmeğe derler. Îmân, lügatda mutlak tasdîk etmeğe derler. İslâmiyyetde al
– 188 –
tı şeyi tasdîk etmeğe, inanmağa derler. Ma’rifet, Allahü azîm-üş-şânı, kemâl sıfatlariyle muttasıf ve noksan sıfatlardan berî bilmekdir. Tevhîd, Allahü azîm-üş-şânı birlemekdir. Ona kimseyi ortak etmemekdir. İslâmiyyet, (Ahkâm-ı islâmiyye), ya’nî Allahü azîm-üş-şânın emrleri ve nehyleri [yasakları] demekdir. Din ve millet, inanılması lâzım olan şeylerde ölünceye kadar sebât etmekdir. Ve dahî, îmân beş kal’anın içinde hıfz olunur. 1- Yakîn. 2- İhlâs. 3- Farzları edâ ve harâmlardan ictinâb. 4- Sünnete yapışmak. 5- Edebi hıfz etmek, gözetmekdir. Her kim, bu beş şeyi hıfz ederse, îmânını hıfz etmiş olur. Bunlardan, velev birini terk ederse, düşman gâlib olur. Îmânın düşmanı dörtdür: Sağda kötü arkadaş, solda nefsin hevâsı [istekleri], önde dünyâya düşkün olmak ve arkada şeytân, îmânı almak dilerler. Kötü arkadaş, yalnız insanın malını, parasını çalmak, dünyâsını almak için aldatanlar değildir. Arkadaşların en kötüsü, en zararlısı insanın dînini, îmânını, edebini, hayâsını, ahlâkını bozmağa uğraşanlar, böylece dünyâsına ve âhıretine, ebedî se’âdetine saldıranlardır. Îmânımızı, Allahü teâlâ bu düşmanların şerrinden ve islâm düşmanlarının aldatmalarından emîn eyleye. (Kelime-i Tevhîd)in, ya’nî Lâ ilâhe illallah demenin ma’nây-ı şerîfi, ibâdete lâyık ve müstehak, Allahü azîm-üş-şândan gayri, bir zât yokdur. Ancak, Allahü azîm-üş-şândır. O, hep vardır ve birdir. Şerîki [ortağı] ve nazîri [benzeri] yokdur. Zemânsız ve mekânsızdır. Muhammedün resûlullah, demenin ma’nâsı, hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Allahü azîm-üş-şânın kulu ve hak resûlüdür. Biz dahî Onun ümmetiyiz, elhamdülillah. Ve dahî, kelime-i tevhîdin sekiz ismi vardır. 1- Kelime-i şehâdetdir. 2- Kelime-i tevhîd. 3- Kelime-i ihlâsdır. 4- Kelime-i takvâ.
– 189 –
5- Kelime-i tayyibe. 6- Da’vetül-hak. 7- Urvetülvüskâ. 8- Kelime-i semeret-ül-Cennetdir. Ve dahî, ihlâsın şartı, niyyet etmek ve ma’nâsını bilmek ve ta’zîm ile okumakdır. Ve zikr eden kimsenin dört şeye ihtiyâcı vardır: Tasdîk, ta’zîm, halâvet, hurmet. Tasdîki terk eden, münâfıkdır. Ta’zîmi terk eden, bid’at sâhibidir. Halâveti terk eden, mürâîdir, gösteriş yapar. Hurmeti terk eden fâsıkdır. Eğer, inkâr ederse, kâfir olur. Ve dahî, zikr üç nev’dir: 1- Zikr-i avâm. 2- Zikr-i havâs. 3- Zikr-i ehasdır. Zikr-i avâm, câhillerin zikri. Zikr-i havâs âlimlerin zikri ve zikr-i ehas, enbiyâ zikridir. Ve dahî, zikr edecek a’zâ üçdür: 1- Lisan ile zikr ki, kelime-i şehâdet söylemekdir. 2- Tevhîd ve tesbîh ve Kur’ân-ı kerîm okumakdır. 3- Kalb ile zikrdir. Kalbin zikri üç nev’dir: 1- Allahü azîm-üş-şânın sıfatlarına delâlet eden delîlleri, alâmetleri tefekkür etmek. 2- Ahkâm-ı islâmiyyenin delîllerini tefekkür etmek. 3- Mahlûkların sırrını tefekkür etmek. Tefsîr âlimleri, Bekara sûresinin yüzelliikinci âyet-i kerîmesini tefsîr ederek, Allahü azîm-üş-şân, (Kullarım! Siz beni tâ’at ile zikr ederseniz, ben de sizi rahmet ile zikr ederim. Ve eğer siz beni düâ ile zikr ederseniz, ben de sizi icâbet ile zikr ederim. Ve eğer siz beni tâ’at ile zikr ederseniz, ben de sizi na’îmim [Cennetim] ile zikr ederim. Ve eğer siz beni, tenhâlarda zikr ederseniz, ben de sizi Cem’ıyyet-i kübrâda [mahşerde] zikr ederim. Ve eğer siz beni, yoklukda zikr ederseniz, ben de sizi yardımım ile zikr ederim. Ve eğer siz beni icâbetle zikr ederseniz, ben de sizi hidâyetle zikr ederim. Ve eğer siz beni, sıdk ve ihlâs ile zikr ederseniz, ben de sizi halâs ve necât [kurtulmak] ile zikr ederim. Ve eğer siz beni, fâtiha-i şerîfe ile ve fâtiha-i şerîfenin içindeki rübûbiyyet ile zikr ederseniz, ben de sizi rahmetim ile zikr ederim) buyurur dediler.
– 190 –
Ve dahî, zikr etmenin yüz kadar fâidesini, ulemâ beyân etmişdir. Biz ba’zısını bildirelim: Zikr edenden, Allahü azîm-üş-şân râzı olur. Melekler râzı olur. Şeytân, gamlanır. Kalbi rakîk ve yumuşak olur. İbâdete istekli ve gayretli olur. Kalbinden gamı giderir. Kalbini ferahlandırır. Yüzünü nûrlandırır. Şecâ’at sâhibi olur. Muhabbetullaha vâsıl olur. Ona ma’rifetullahdan bir kapı açılır. Evliyâdan feyz alır. Seksen kadar ahlâk-ı hamîdeyi cem’ etmiş olur. (Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh) demenin ma’nây-ı şerîfi dahî budur ki, âhır zemân Peygamberi Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Allahü azîmüş-şânın hem kulu, hem Resûlüdür. Yidi ve içdi ve hâtunları nikâhladı. Oğulları ve kızları oldu. Cümlesi hazret-i Hadîceden “radıyallahü anhâ” olmuşdur. Yalnız İbrâhîm, Mâriye adlı câriyeden olmuşdur. Ve memeden kesilmeden vefât etmişdir. Fâtıma “radıyallahü anhâ”dan gayri cümle evlâdları kendinden evvel vefât etmişdir. Onu hazret-i Alîye “kerremallahü vecheh” tezvîc etmişdir. Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn, hazret-i Alînin ve hazret-i Fâtımanın “radıyallahü anhüm” çocuklarıdır. Ve cümle kızlarının içinde, hazret-i Fâtıma efdaldir. Ve Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sevgilisidir. Resûl-i ekremin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” onbir hâtunu vardır: Hazret-i Hadîce, Sevde, Âişe, Hafsa, Ümm-i Seleme, Ümm-ı Habîbe, Zeyneb bint-i Cahş, Zeyneb bint-i Huzeyme, Meymûne, Cüveyriyye, Safiyye “radıyallahü anhünne”. İnsanla cinne, hak ile bâtılı ve harâm ile halâli, dünyânın fânî ve âhıretin bâkî olduğunu, dînin ilmihâlini ta’lîm için gelmiş, hak Peygamberdir “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. (Edille-i şer’ıyye) dörtdür: Kitâb, Sünnet, İcmâ-i ümmet, Kıyâs-ı müctehid. Âlimler din bilgilerini bu dört kaynakdan almışdır. Kitâb, Allahü azîm-üş-şânın kelâmına denir. Sünnet, kavl-i Resûl, fi’l-i Resûl, takrîr-i Resûldür. İcmâ-i Ümmet, bir asrda bulunan müctehidlerin, meselâ Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm” veyâ dört mezhebin bir konuda sözbirliği yapmasıdır. Kıyâs, Müctehidlerin, bir şeyi, başka bir şeye benzetmesine denir. Ve dahî, mezheb, lügatda yola derler. Bizim iki yolumuz vardır: Biri, i’tikâd yolu ve biri de, amel (iş) yolu. İ’tikâd yolunda imâmımız, ya’nî kılavuzumuz, Ebû Mansûr
– 191 –
Mâtürîdîdir “rahime-hullahü teâlâ”. Bunun yoluna (Ehl-i sünnet) denir. Amel yolunda, kılavuzumuz, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfedir “rahime-hullahü teâlâ”. Bunun yoluna (Hanefî Mezhebi) denir. Ebû Mansûr-i Mâtürîdînin adı, Muhammed ve babasının adı, Muhammed ve dedesinin adı Muhammed ve hocasının adı, Ebû Nasr-ı İyâddir “rahime-hümullahü teâlâ”. Ebû Nasr-ı İyâdînin hocasının ismi, Ebû Bekr-i Cürcânî ve onun hocasının ismi, Ebû Süleymân Cürcânî ve Ebû Süleymân Cürcânînin hocasının ismi, Ebû Yûsüf ve imâm-ı Muhammed Şeybânîdir. Bu ikisinin hocası da imâm-ı a’zam Ebû Hanîfedir “rahime-hümullahü teâlâ”. Görülüyor ki, i’tikâdda mezhebimizin başı da, amelde mezhebimizin başı da, hep İmâm-ı a’zamdır. Cümle nâsın, üç imâmı vardır ki, bunları bilmek farzdır. Emrleri ve nehyleri veren imâmımız, Kur’ân-ı azîm-üş-şândır. Bunları, ya’nî islâmiyyeti bildiren imâmımız, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleridir. Bunları zor ile yapdıran imâmımız, Resûlullahı temsil etmekde olan, müslimân devlet reîsidir. İmâm-ı a’zamın hocasının ismi, Hammâd ve Hammâdın hocasının ismi, İbrâhîm-i Neha’î ve onun hocasının ismi Alkama bin Kaysdir ve dayısıdır. Onun hocasının ismi, Abdüllah ibni Mes’ûddur “rahime-hümullahü teâlâ”. Bu dahî, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” ahz eylemişdir, almışdır. Resûlullah “aleyhisselâm” dahî, Cebrâîl “aleyhisselâm”dan ahz etmişdir. Ve Cebrâîl “aleyhisselâm”a, Allahü sübhânehü ve teâlâ hazretleri emr eylemişdir. Allahü azîm-üş-şân, Âdem oğluna dört cevher vermişdir: Akl, Îmân, Hayâ ve fi’l, ya’nî amel-i sâlih. Ve dahî, düâların ve herhangi bir amelin kabûl olunmasının şartı ve sebebi beşdir: Îmân, İlm, Niyyet, Hulûs ya’nî ihlâs ve Kul hakkı bulunmamakdır. Önce, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak, sonra yapılacak ibâdetin sıhhatinin şartlarını bilmek lâzımdır. [Bir amelin, ibâdetin sahîh olması başkadır, kabûl olması başkadır. İbâdetlerin sahîh olmaları için, kendilerine mahsûs şartları, farzları vardır. Bunlardan biri noksan olursa, o ibâdet sahîh olmaz. O ibâdet yapılmamış olur. Cezâsından, azâbından kurtulamaz. Sahîh olup da, kabûl olmıyan ibâdet için azâb yapılmaz ise de, o ibâdetin sevâbına kavuşamaz. İbâdetin kabûl olması için, önce sahîh olması, sonra yukarıda yazılı beş şartın bulunması da lâzımdır. Kul hakkı da bu şartlara dâhildir]. İmâm-ı Rabbânî “rahime-hullahü teâlâ”, ikinci cildin seksenyedinci mektûbunda diyor ki, (Bir kimse, Peygamberin ameli gibi
– 192 –
amel yapsa, fekat üzerinde yarım dank [ya’nî çok az] kul borcu olsa, bunu ödemedikce Cennete giremez). [Düâlarda kabûl olmaz.] ibni Hacer-i Mekkî “rahime-hullahü teâlâ”,(Zevâcir) kitâbında, yüzseksenyedinci günâhı anlatırken diyor ki: Bekara sûresi yüzseksensekizinci âyetinde meâlen, (Ey mü’minler! Birbirinizin mallarını bâtıl yoldan yimeyiniz!) buyuruldu. Bâtıl yol, fâiz, kumar, gasb, sirkat, hîle, hiyânet, yalancı şahidlik, yalan yemîn ederek aldatmakdır. Hadîs-i şerîflerde, (Halâl yiyen, farzları yapıp, harâmlardan sakınan ve insanlara zarar vermiyen bir müslimân Cennete gidecekdir) ve (Harâm ile beslenen beden, ateşde yanar) ve (şerrinden, zararından emîn olunmayan kimsenin, dîni, nemâzları, zekâtları, kendisine fâide vermez) ve (Üzerindeki cilbâbı harâmdan gelmiş olan adamın nemâzları kabûl olmaz) buyuruldu. [Cilbâb, kadınların geniş başörtüsü demekdir. Erk eklerin uzun gömleğine de denir. Cilbâb, kadınların iki parçadan giydikleri çarşaf demekdir diyenlere göre, hadîs-i şerîfde, erkeklerin de bu çarşafı giydikleri bildirilmiş oluyor. Böyle söylemenin doğru olmadığı, câhilce ve gülünç bir ina nış olduğu meydândadır.] ikiyüzüncü günâhı anlatırken bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Hîleli mal satan, bizden değildir. Gideceği yer Cehennemdir) buyuruldu. ikiyüzonuncu günâhdaki hadîsde, (Çok nemâz kılan, oruc tutan, sadaka veren, fekat dili ile komşularını incitenin gideceği yer Cehennemdir) buyuruldu. Kâfir olan komşuyu da incitmemek, ona da iyilik yapmak, ihsân etmek lâzımdır. Üçyüzonüçüncü günâhdaki hadîsde, (Sulh zemânında bir kâfiri haksız öldüren, Cennete girmiyecekdir) ve (iki müslimân, dünyâ çıkarları için döğüşünce, ölende öldüren de Cehenneme gidecekdir) ve üçyüzonyedinci günâhdaki hadîsde, (insanlara zulmeden, Kıyâmetde bunun azâbını çekecekdir) buyuruldu. Gayr-ı müslimlere zulm yapmak da böyledir. Üçyüzellinci günâhdaki hadîsde, (Üç kimsenin düâsı muhakkak kabûl olur: Mazlûmun, müsâfirin ve ana babanın) ve (Kâfir olsa da, mazlûmun beddüâsı reddedilmez) ve dörtyüzikinci günâhdaki hadîsde, (Kâfir olan arkadaşını öldüren de bizden değildir) ve dörtyüzdokuzuncu günâhdaki hadîsde, (Günâhlar içinde, azâbı en çabuk verilecek olanı, hükûmetine isyân etmekdir) buyuruldu. (Zevâcir)den terceme temâm oldu. Ey müslimân! Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı ve amellerinin kabûl olmasını istiyorsan, yukarıda bildirilen hadîs-işerîfleri kalbine yaz! Müslimân olsun, kâfir olsun, kimsenin malına, canına, ırzına saldırma! Kimseyi incitme! Herkesin hakkını öde! Boşadığın kadına mehr parasını ödemesi de kul hakkıdır. Ödemezse, dünyâda ve âhıretde cezâsı çok şiddetlidir.
– 193 –
Kul hakkının en mühimmi ve azâbı en çok olanı akrabâsına ve emri altında olanlara din bilgisi öğretmeği terk etmekdir. Onların ve bütün insanların din bilgisi öğrenmelerine ve ibâdetlerini yapmalarına, işkence ederek veyâ aldatarak mâni’ olanın kâfir olduğu, islâm düşmanı olduğu anlaşılır. Bid’at sâhiblerinin, mezhebsizlerin, sözleri ile, yazıları ile Ehl-i sünnet bilgilerini değişdirmeleri, dîni, îmânı bozmaları da böyledir. Hükûmete, kanûnlara karşı gelme. Vergilerini öde. Hükûmet zâlim, fâsık olsa bile, hükûmete isyân etmenin günâh olduğu, (Berîka)da yazılıdır. Dâr-ül-harbde, ya’nî kâfir memleketlerinde de, kanûnlara, emrlere karşı gelme! Fitne çıkarma! İslâma saldıranlarla ve bid’at sâhibleri ile ve mezhebsizlerle arkadaşlık etme! Onların kitâblarını, gazetelerini okuma! Radyolarını, televizyonlarını evine sokma! Sözünü dinleyenlere, (Emr-i ma’rûf) yap! Ya’nî, güler yüzle, tatlı dil ile nasîhat eyle! Kimse ile münâkaşa etme! Güzel ahlâkın ile, islâm dîninin şânını, şerefini herkese göster! İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, birinci cildde diyor ki, (Sev’eteyn, ya’nî kubul ve dübür, dört mezhebde de galîz ya’nî kaba avretdir. Bunları örtmek sözbirliği ile farzdır. Örtmeğe ehemmiyyet vermiyen kâfir olur. Dizi açık olan erkeğe, bunu örtmesi için, Emr-i ma’rûf yapılır. Ya’nî, tatlı sözle nasîhat edilir. İnâd ederse, susulur. Uylukları açık olan inâd ederse, sert söylenir. Sev’eteyni açık olan, inâd ederse, hâkime söyleyerek, zor ile [döğerek, habs ederek] örtdürülür. Başka erkeğin avret yerine bakmanın günâhı da bu sıra ile artar.) Kadınların, ellerinden ve yüzlerinden başka, bütün vücûdlarını, bacaklarını, kollarını, saçlarını yabancı erkeklere ve kâfir kadınlara göstermemeleri dört mezhebde de farzdır. Şâfi’îde, yüzlerini de göstermemeleri farzdır. Kendileri ve babaları veyâ kocaları buna ehemmiyyet vermezse, kâfir olurlar. Oğlanların, baldırları, bacakları açık, kızların da, başları, kolları açık oyun oynamaları ve bunları seyr etmek, büyük günâhdır. Müslimân, serbest zemânlarını oyun ile, fâidesiz şeylerle ziyân etmemeli, ilm öğrenmekle, nemâz kılmakla kıymetlendirmelidir. (Kimyâ-i se’âdet)de diyor ki, (Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları harâm olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile örtülü çıkmaları da harâmdır. Böyle çıkmalarına izn veren, râzı olan, beğenen anası, babası, zevci ve kardeşi de, onun günâhına ve azâbına ortak olurlar.) Ya’nî, Cehennemde birlikde yanacaklardır. Eğer tevbe ederlerse, afv olunur, yakılmazlar. Allahü teâlâ tevbe edenleri sever. Kadınların örtünmeleri, (Fâideli Bilgiler)de 284 de uzun yazılıdır.
ZEVCÂT VE GAZEVÂT-İ PEYGAMBERÎ
– 194 –

      

ZEVCÂT VE GAZEVÂT-İ PEYGAMBERÎ

       Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kırk yaşında iken Cebrâîl ismindeki melek gelerek, Peygamber olduğunu kendisine bildirdi. Bu da, Peygamber olduğunu, üç sene sonra, Mekke şehrinde i’lân eyledi. Bu seneye (Bi’set) senesi denir. Yirmiyedi kerre cihâd yapdı. Dokuzunda er olarak hücûm etdi. Onsekizinde başkumandan oldu. Dört erkek, dört kız evlâdı, onbir zevcesi, oniki amcası, altı halası vardı. Yirmibeş yaşında Hadîcetül-kübrâyı nikâh eyledi. Elli yaşında iken, Hadîcetül-kübrânın vefâtından bir sene sonra, Allahü teâlânın emri ile, Ebû Bekrin “radıyallahü anh” kızı Âişeyi nikâh etdi. 63 yaşında iken, Medînede, onun, mescide bitişik olan odasında vefât etdi. Bu odaya defn edildi. Ebû Bekr ile Ömer “radıyallahü anhümâ” de bu odadadır. Mescid genişletilirken, oda mescidin içine alındı. Mekkedeki Kureyş kâfirlerinin reîsi olan Ebû Süfyân bin Harbin kızı Ümm-i Habîbeyi, yedinci senede nikâh etdi. Ebû Süfyân, Mu’âviyenin “radıyallahü anh” babasıdır. Mekkenin fethinde îmân etdi. Üçüncü senede Ömerin “radıyallahü anh” kızı Hafsayı nikâh etdi. Hicretin beşinci senesinde Benî Mustalak kabîlesinden esîrler arasındaki ve reîslerinin kızı Cüveyriyeyi satın alıp, âzâd ederek, nikâh etdi. Ümm-i Seleme, Sevde, Zeyneb bint-i Huzeyme, Meymûne ve Safiyyeyi “radıyallahü teâlâ anhünne” dînî sebebler ile nikâh etdi. Halasının kızı Zeyneb ile nikâhını Allahü teâlâ yapdı. Cebrâîl aleyhisselâm yirmidörtbin kerre gelmişdir. Elliiki yaşında mi’râca çıkarıldı. Elliüç yaşında, Mekkeden Medîneye hicret eyledi. Sevr dağındaki mağarada Ebû Bekrle üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıkdılar. Bir hafta yolculukla, Eylülün yirminci pazartesi günü Medînenin Kubâ köyüne geldiler. Cum’a günü Medîneye girdiler. Hicretin ikinci senesinde, Ramezân ayında Cum’a günü Bedr gazâsı oldu. İslâm ordusu üçyüzonüç nefer olup, bunlardan sekizi başka yerlerde vazîfeli idi. Kureyşliler bin kişi idi. Onüç sahâbî şehîd oldu. Ebû Cehl ve yetmiş kâfir öldürüldü. Hicretin üçüncü senesinde, şevvâl ayında Uhud gazâsı oldu. İslâm askeri yediyüz kişi, kâfir ordusu üçbin kişi idi. Eshâb-ı kirâmdan yetmiş kişi şehîd oldu. Uhud gazâsından dört ay sonra, Necd halkına, islâma da’vet için yetmiş genç gönderildi. (Bi’ri Me’ûne)denilen  yerde hücûm edip, iki sahâbî hâriç hepsini şehîd etdiler.

– 195 –
Hicretin beşinci senesinde Hendek gazâsı oldu. Kâfirler onbin kişi, müslimânlar üçbin kişi idi. Medîneyi muhâsara etdiler. Müslimânlar Medîne çevresine hendek kazmış idi. Yedinci senedeki Hayber gazâsından bir sene evvel Hudeybiyede (Bî’at-ürrıdvân) yapıldı. (Mûte gazâsı) Rûm kayseri Herakliyüs ile yapılan cihâddır. Müslimânlar üçbin kişi idi. Rûm ordusu yüz bin kişi idi. Ca’fer Tayyâr “radıyallahü anh” bu muhârebede şehîd oldu. Hâlid bin Velîd muhârebeyi kazandı. Sekizinci senede Mekke feth edildi. Huneyn, meşhûr büyük gazâdır. Zafer ile netîcelendi. Hayber, yehûdîlerin meşhûr kal’asıdır. Resûlullah, hazret-i Alîyi göndererek feth olundu. Resûlullaha, burada zehrli yemek ikrâm etdiler, yimedi. Bir gazâdan dönüşde hazret-i Âişeye çirkin iftirâ yapıldı. Resûlullah çok üzüldü. Âyet-i kerîme gelerek, iftirânın yalan olduğu anlaşıldı. Tâif zaferi de meşhûrdur. Se’âdet istersen eğer, ey civân, sarıl islâmiyyete, yavrum her zemân. Farz ve vâcib, sünnetü mendûbunu, emr-i bilma’rûfunu, mecmû’unu. Dâimâ icrâ edip, terk eyleme, bu küçükdür, bu büyükdür söyleme. Hem mekrûh ve harâmdan kaçınmak gerek, hele kul hakkına çok dikkat gerek. Ehl-i sünnet olandan öğren hemân, âmil ol ilminle, fevtetme zemân.
ÎMÂNIN TAFSÎLİNE DÂİR
ÎMÂNIN TAFSÎLİNE DÂİR

       Îmânın tafsîli onikidir: Rabbim, Allahü teâlâdır. Delîlim Bekara sûresindeki yüzaltmışüçüncü âyet-i kerîmedir. Nebîm, hazret-i Muhammed “aleyhisselâm”dır. Delîlim, Feth sûresindeki yirmisekiz ve yirmidokuzuncu âyet-i kerîmelerdir. Dînim, dîn-i islâmdır. Delîlim, Allahü teâlânın Âl-i İmrân sûresindeki ondokuzuncu âyet-i kerîmesidir. Kitâbım, Kur’ân-ı azîm-üş-şândır. Delîlim, Bekara sûresinin ikinci âyet-i kerîmesidir. Kıblem, Kâbe-i şerîfdir. Delîlim, Bekara sûresinin yüzkırkdördüncü âyetidir. İ’tikâdda mezhebim, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at)dır. Delîlim, En’am sûresinin yüzelliüçüncü âyet-i kerîmesidir. Zürriyyetim, hazret-i Âdem zürriyyetindenim. Delîlim A’râf sûresindeki yüzyetmişikinci âyet-i kerîmesidir.

– 196 –

       Milletim, millet-i islâmdır. Delîlim, Allahü teâlânın Hac sûresindeki yetmişsekizinci âyet-i kerîmesidir. Ümmet-i Muhammeddenim. Delîlim, Allahü teâlânın Âl-i imrân sûresindeki yüzonuncu âyet-i kerîmesidir. Mü’minim hakkan. Delîlim, Enfâl sûresindeki dördüncü âyet-i kerîmesidir. El-hamdülillahi alet-tevfîkıhi vestağfirullahe min külli taksîrin. Beş sebeb ile, ilm amelden efdaldir. Zîrâ ilm metbûdur, amel ise ona tâbîdir. İlm, lâzımdır, amel ise, melzûmdur. İlm, yalnız olduğu hâlde nef’ verebilir, amel ise, ilmsiz nef’ veremez. İlm akldan efdaldir. Zîrâ, kadîmdir, akl ise hâdisdir. İnsanın zîneti, ihlâs iledir. İhlâsın zîneti, îmân iledir. Îmânın zîneti, Cennet iledir. Cennetin zîneti, hûrîler ve gılmanlar iledir. Ve cemâlullahı müşâhede iledir. Ve dahî, amel îmândan cüz’ olsaydı, âdetli kadınlara vakt nemâzı bağışlanmazdı. Zîrâ, îmân bağışlanmaz. Ömründe bir kerre şehâdet getirmek, farzdır. Bunun delîli, Muhammed sûresindeki ondokuzuncu âyet-i kerîmedir. Kelime-i şehâdet getirmenin dört şartı vardır: Dil ile söylerken, kalb hâzır olmak. Ma’nâsını bilmek. Hulûs-i kalb ile söylemek. Ta’zîm ile söylemek. Şehâdet getirmenin yüzotuz kadar fâidesi vardır. Ammâ dört şeyden biri bulunursa, fâidesi yokdur. O dört şey: Şirk, şek, teşbîh, ta’tildir. Şirk, Allahü azîm-üş-şânın zâtında birşeyi ortak koşmağa denir. Şek, dinde meks etmeğe (durmağa, tevakkuf etmeğe), teşbîh -vehmen- Allahü teâlâyı bir mahlûka benzetmeğe, ta’til, (Allah âleme karışmaz, her şey vakti geldikde, kendi tabîatiyle olur) demeğe denir. Ve dahî, yüzotuz fâidenin, otuzu bu mahalde zikr olunmuşdur: Otuzdan beşi, dünyâda ve beşi, ölürken ve beşi, kabrde ve beşi, arasâtda ve beşi, Cehennemde ve beşi, Cennetdedir. Ammâ dünyâda olan beş fâide: 1- Adı güzel çağrılır. 2- Ahkâm-ı islâmiyye kendisine farz olur. 3- Boynu kılıncdan kurtulur. 4- Allahü azîm-üş-şân, ondan râzı olur. 5- Cümle mü’minler, ona muhabbet eder. Ölürken olan beş fâide: 1- Azrâîl “aleyhisselâm” ona güzel sûretde gelir. 2- Yağdan kıl çeker gibi, rûhunu alır.

– 197 –

       3- Cennet kokuları gelir. 4- İlliyyîne çıkar, müjdeci melekler gelir. 5- Merhabâ yâ mü’min! Sen Cennetliksin denir. Kabrde olan beş fâide: 1- Kabri geniş olur. 2- Münker ve nekir güzel sûretde gelir. 3- Bir melek ona bilmediğini ta’lîm eder. 4- Allahü azîm-üş-şân bilmediğini hâtırına getirir. 5- Cennetdeki makâmını görür. Arasâtda olan beş fâide: 1- Süâl ve hisâbı âsân olur. 2- Kitâbı sağından verilir. 3- Mizânda sevâbı ağır gelir. 4- Arş-ı rahmân altında gölgelenir. 5- Sırâtı yıldırım gibi geçer. Cehennemde olan beş fâide: 1- Cehenneme girerse, Cehennem ehli gibi, gözleri gök olmaz. 2- Şeytânı ile çatışmaz. 3- Ellerine ateşden kelepçe, boğazına zincir vurulmaz. 4- Hamîm suyundan içirilmez. 5- Ebedî Cehennemde kalmaz. Cennetde olan beş fâide: 1- Cümle melekler ona selâm verir. 2- Sıddîklar ile refik olur. 3- Ebedî Cennetde kalır. 4- Allahü teâlâ ondan râzı olur. 5- Allahü teâlânın didârını görür. [Kâdî-zâde Ahmed efendi (Ferâid-ül-fevâid) ismindeki (Âmentü şerhı) kitâbında diyor ki: Cehennem yedi tabakadır. Birbirinin altındadırlar. Her tabakanın ateşi, üstündekilerden dahâ şiddetlidir. Günâhı afv edilmemiş olan mü’minler birinci tabakada, günâhları mikdârı yanıp, sonra Cehennemden çıkarılarak, Cennete götürüleceklerdir. Diğer altı tabakada çeşidli kâfirler sonsuz yanacaklardır. Azâbı en şiddetli olan yedinci tabakasında münâfıklar yanacakdır. Bunlar, dilleri ile islâmiyyeti medh edip, övüp, kalbleri ile inanmıyan iki yüzlü kâfirlerdir. Kâfirler yanıp kül olunca, tekrâr yaratılarak, tekrâr yanacaklar, sonsuz olarak böyle yanacaklardır. Cennet ve Cehennem şimdi mevcûddur.

– 198 –

       Ba’zı âlimlere göre, Cehennemin nerde olduğu ma’lûm değildir. Ba’zılarına göre, yedi kat yerin altındadır. Bu sözleri, Erd küresinin içinde olmadığını göstermekdedir. Erd küresi, güneş ve bütün yıldızlar birinci semâ [gök] içinde olduklarına göre, yeryüzünün neresinde olursak olalım, yedi kat yerin altında semâ vardır. Cehennemin, yedi kat semâdan birisinde bulunduğu anlaşılmakdadır.]

KÜFRE SEBEB OLAN ŞEYLER
KÜFRE SEBEB OLAN ŞEYLER

       Küfr [Allaha düşman olmak] üç nev’dir: Küfr-i inâdî, küfr-i cehlî, küfr-i hükmî. Küfr-i inâdî, Ebû Cehl ve Fir’avn ve Nemrûd ve Şeddâd küfrü gibi, dîni, îmânı bilerek, inanmamak olup, bunlar Cehennemlikdir demek câizdir. Küfr-i cehlî, kâfirlerin avâmına, bu dînin hak olduğunu bilir ve ezân-ı Muhammedî okunur iken, işitirler de, gel müslimân ol, desen, biz atamızdan ve anamızdan böyle bulduk, böyle gideriz, derler. Küfr-i hükmî, ta’zîm olunacak yerde tahkîr ve tahkîr olunacak yerde, ta’zîm etmekdir. Allahü azîm-üş-şânın Evliyâsını ve Enbiyâsını ve Ulemâsını, bunların sözlerini ve fıkh kitâblarını ve fetvâları ta’zîm edecek iken tahkîr ederse, o dahî küfrdür. Kâfirlerin dînî âyinlerini beğenmek ve zarûret yok iken zünnâr kuşanmak ve papaslara mahsûs olan başlık, salib [birbirine dik çakılmış iki çubuk, haç] gibi küfr alâmetlerini kullanmak. Ve bunlara, muhabbet, küfrdür. Küfrün yedi zararı vardır: Dîni ve nikâhı giderir. O kimsenin boğazladığı yinmez. Halâli ile etdiği, zinâ olur. O kimseyi öldürmek vâcib olur. Cennet ondan uzaklaşır. Cehennem ona yakındır. O hâlinde ölürse nemâzı kılınmaz. Rızâsı ile, filân şey, filân kimsededir, yâhud yokdur, kâfir olayım, cühûd [ya’nî yehûdî] olayım diye, yemîn eylemiş olsa, o şey, o kimsede olsun veyâ olmasın, o kimse, kendi rızâsı ile küfre varmışdır. Îmânının ve nikâhının tecdîdi lâzımdır. Zinâ, fâiz, yalan gibi her dinde harâm olan bir şey için, halâl olaydı da, ben dahî, işleseydim, diye temennî eder ise, bu dahî küfrdür. Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” inandım, ammâ Âdem “aleyhisselâm” Peygamber midir, bilmiyorum dese, kâfir olur. Hazret-i Muhammed “aleyhisselâm”ın âhır zemân Peygamberi olduğunu bilmeyen kâfir olur. Bir kimse, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”

– 199 –
dediği doğru ise, biz kurtulduk demiş olsa, kâfir olur, demişlerdir. Birgivî merhûm buyurur ki: (Bu sözü şübhe yolu ile söylerse küfrdür. Eğer ilzâm tarîkiyle söylerse küfr değildir.) Bir kimseye, gel nemâz kıl deseler, o dahî, kılmam dese, kâfir olur, demişler. Ammâ murâdı, senin sözünle kılmam, Allah emri ile kılarım dese kâfir olmaz. Bir kimseye, sakalını bir tutamdan kısa yapma veyâ bir tutamdan fazlasını kes ve tırnaklarını kes, zîrâ, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sünnetidir deseler, o da kesmem dese, kâfir olur. Sâir sünnetler dahî böyledir. Husûsiyle, sünnet olduğu ma’rûf ve sübûtü, tevâtür ile sâbit ola. Misvâk gibi. Birgivî merhûm buyurur ki: Bu sözü, sünnetliğini inkâr tarîkiyle dese, küfrdür. Murâdı, senin emrinle işlemem, Resûlullahın sünneti olduğu için işlerim dese, küfr değildir. [Yûsüf Kardâvî (El-halâl-ü vel-harâm-ü fil-İslâm) kitâbının, dördüncü baskısının, seksenbirinci sahîfesinde diyor ki: (Buhârî)deki hadîs-i şerîfde, (Müşriklere muhâlefet ediniz! Sakalınızı uzatınız! Bıyığınızı kısaltınız!) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, sakalı kazımağı ve bir tutamdan kısa yapmağı men’ etmekdedir. Ateşe tapanlar, sakallarını kesiyor. Kazıyanları da oluyordu. Hadîs-i şerîfde, bunlara muhâlefet etmemiz emr olundu. Fıkh âlimlerinin ba’zısı bu hadîs-i şerîf, sakal uzatmanın vâcib olduğunu, sakal kazımanın harâm olduğunu gösteriyor dedi. Bunlar arasında İbni Teymiyye, sakalı kesmeğe karşı pek şiddetli yazmakdadır. Ba’zı âlimler ise, sakal uzatmanın âdet olduğunu, ibâdet olmadığını bildirdi. Feth kitâbı, Iyâddan alarak, [özrsüz] sakal kazımanın mekrûh olduğunu yazmakdadır. Doğrusu da budur. Bu hadîs-i şerîf, sakal uzatmanın vâcib olduğunu gösteriyor denilemez. Çünki, (Buhârî)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Yehûdîler ve hıristiyanlar [saçlarını, sakallarını] boyamıyorlar. Siz onlara muhâlefet ediniz!). Ya’nî, siz boyayınız buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, saç sakal boyamanın vâcib olduğunu göstermiyor. Müstehab olduğunu gösteriyor. Çünki, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı boyadı. Çoğu boyamadı. Vâcib olsaydı hepsi boyardı. Sakal uzatmağı emr eden hadîs-i şerîf de böyle olup, sakal uzatmanın vâcib olduğunu değil, müstehab olduğunu bildirmekdedir. İslâm âlimlerinden hiç birinin sakalını kazıdığı haber verilmedi. Çünki, onların zemânlarında sakal bırakmak âdet idi. [Müslimânların âdetine uymamak, şöhret olur. Mekrûh olur. Fitneye sebeb olursa, harâm olur.] Kardâvîden terceme temâm oldu. Kardâvî, kitâbının önsözünde, dört mezhebin fıkh bilgilerini birbirlerine karışdırdığını, tek bir mezhebi taklîd etmenin uygun olmadığını yazıyor. Böy
– 200 –
lece, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılıyor. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, her müslimânın dört mezhebden birini taklîd etmesi lâzım olduğunu, mezhebleri karışdıranın mezhebsiz hattâ zındık olacağını bildiriyorlar. Bununla berâber, Kardâvînin sakal hakkındaki yazısı, hanefî mezhebinin reyini açıkladığı için, vesîka olarak alınması uygun görüldü. Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, (Eşi’at-ül-leme’ât)ın üçüncü cildinde diyor ki: (İslâm âlimleri, saç, sakal boyamakda, bulundukları yerin âdetine uymuşlardır. Çünki, [câiz olan, mubâh olan işlerde], bulunduğu yerin âdetine uymamak, şöhrete sebeb olur. Bu ise, mekrûhdur). Muhammed Hâdimî “rahime-hullahü teâlâ” (Berîka) kitâbında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Bıyığı kısa, sakalı uzun yapınız!) buyuruldu. Bunun için, sakalı kazımak, kesmek ve sünnet mikdârından kısa yapmak men’ olundu. Sakalı bir kabza, bir tutam uzatmak sünnetdir. Sakalı bir kabzadan kısa yapmak câiz değildir. Bir kabzadan fazlasını kesmek de sünnetdir). Bir kabza, dudak kenârından, dört parmak eni kadar uzun olmak demekdir. Sünnet olan, hattâ mubâh olan şeyi sultân emr edince, bunu yapmak vâcib olur. Sultânın ve bütün müslimânların yapması, emr demekdir. Böyle yerlerde sakalı bir tutam uzatmak vâcib olur. Bir tutamdan kısa yapmak veyâ kazımak, vâcibi terk etmek olur. Tahrîmen mekrûh olur. Bunun, câmi’de imâm olması câiz olmaz. Fekat, Dâr-ül-harbde bulunan veyâ zulm görmemek, nafakadan olmamak yâhud emr-i ma’rûf yapabilmek, müslimânlara ve islâmiyyete hizmet edebilmek, dînini, nâmûsunu koruyabilmek için sakalını kazımak câiz hattâ lâzım olur. Özrsüz olarak kısaltmak ve kazımak mekrûh olur. Bir tutamdan kısa sakal bırakarak, böylece sünneti yapdığına inanmak, bid’at olur. Sünneti değişdirmek olur. Böyle bid’at işlemek, adam öldürmekden dahâ büyük günâh olur.] Bir kız ile bir oğlan, âkıl ve bâliğ olsalar ve onları nikâh etseler ve onlara, îmânın sıfatlarını sorduklarında, bilmeseler, onlar müslimân değildir. Onlara îmân edilecek şeyleri öğretip, sonra nikâhlarını yeniden kıyarlar ise, nikâhları sahîh olur. Ellidört farz bölümüne bakınız! Bir kimse bıyıklarını kırkdıkda, yanındaki, bir şeye yaramadı dese, o diyenin küfründen korkulur. Zîrâ, bıyıkları kısaltmak sünnetdir. Sünneti hafîf görmüş olur. Bir kimse, -başdan ayağa- harîr giyinse, başka birisi bu hâline, mubârek olsun dese, küfründen korkulur. Bir kimse, kıbleye karşı ayağını uzatıp yatmak veyâ tükürmek veyâ kıbleye karşı bevl etmek gibi bir mekrûhu işlese, o kimse
– 201 –
ye bu yapdıkların mekrûhdur, işleme deseler, o âdem, ona, her günâhımız bu kadar olsa dese, küfründen korkulur. Ya’nî, mekrûhu önemsiz bir şey saydığı için. Ve dahî, bir kimsenin hizmetkârı, kapıdan içeriye girse, efendisine selâm verse, efendisinin yanında bir kimse olsa da, sus edebsiz, efendisine selâm vermek olur mu? dese, o diyen kimse, kâfir olur. Ammâ murâdı, müâşeret âdâbını öğretmek ise ve selâmı kalben vermek gerekdi, demek ise, küfr olmaması zâhirdir. Bir kimse, birinin gıyâbında bir şey söylese, yanındaki de, gîbet etme dese, buna karşı o kimse de, bu bir şey midir dese, kâfir olur demişler. Bu hareketiyle, harâmı istihsân etdiği, kötülemediği için. Bir kimse, Allahü teâlâ, bana Cennet verirse sensiz Cennete girmem dese, yâhud filân ile Cennete girmeğe emr olunsam, girmem, yâhud Allahü teâlâ bana, Cennet verse, istemem, lâkin didârını görmek dilerim dese, bu sözler, küfrdür demişler. Bir kimse, îmân artar ve eksilir dese, küfrdür, demişler. Birgivî buyuruyor ki: (Mü’menün bih) i’tibâriyle, artar ve eksilir dese, küfrdür. Ammâ, yakîn ve kuvvet-i sıdk i’tibâriyle olursa, küfr değildir. Zîrâ müctehidlerden bir çok kimseler, îmânın ziyâde ve noksanına kâillerdir. Bir kimse, kıble ikidir, biri Kâ’be ve biri Kudüsdür, dese, küfrdür, demişler. Birgivî buyurur ki: Şimdiki hâlde ikidir dese küfrdür. Ammâ Beyt-i mukaddes kıble idi. Sonra, kıble Kâ’be oldu dese, küfr değildir. Bir kimse, bir âlime buğz etse veyâ söğse, bu yapdığı sebebsiz ise, o kimsenin küfründen korkulur. Bir kimse, kâfirlerin ibâdetleri, islâmiyyete uymıyan işleri güzeldir dese ve böyle i’tikâd etse küfrdür. Bir kimse, ta’âm yirken konuşmamak mecûsîlerin iyi âdetlerindendir dese, yâhud âdetli ve lohusa hâlinde, avretle yatmamak, mecûsîlerin iyi şeylerindendir, dese, o kişi kâfir olur, demişler. Bir kimse, bir kişiye, sen mü’min misin? dese, o dahî, inşâallah dese ve te’vîle kâdir olmasa, küfrdür. Bir kimse, evlâdı ölen kimseye, Allahü teâlâya senin oğlun gerek idi, dese, kâfir olur, demişler. Bir avret, beline bir kara ip bağlasa, bu nedir? deseler, zünnârdır dese, kâfir olur, erine harâm olur. Bir kişi, harâm ta’âm yidikde, Bismillah dese, kâfir olur demişler. Birgivî hazretleri buyurur ki: (Bu fakîrin anladığı, harâm liaynihî olursa [hamr gibi, murdâr, ölmüş hayvân eti gibi ve o hay
– 202 –
vânın yağı gibi] kâfir olur. Ammâ harâm li-aynihî olduğunu bilmek gerekdir. Böylece, ismullahı hafîfletmiş olur. Zîrâ, bunların kendileri harâmdır. İmâmlarımızdan mervîdir ki, bir kimse, ta’âm gasbedip yirken; Bismillah dese, kâfir olmaz. Çünki, ta’âmın kendisi harâm değildir. Gasb harâmdır). Bir kişi, bir gayriye, beddüâ ederek, Allahü teâlâ, senin canını küfrle alsın dese, kâfir olmasında ulemâ ihtilâf etdiler. Aslı budur ki, kendinin küfrüne râzı olmak, -ittifakla- küfrdür. Ammâ, gayrin küfrüne rızâ, ba’zıları indinde, o dahî küfr ise de, ba’zılar indinde, -istihsânen rızâ ise- küfrdür. Ammâ, zulm ve fıskdan ötürü, -azâbı dâim ve şedîd olsun- diye, rızâ ise, küfr değildir. Birgivî “rahime-hullahü teâlâ” buyurur ki: (Bu kavli esah anlarız. Zîrâ, Kur’ân-ı azîmde, hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm”ın kıssasında, buna delîl vardır). Bir kimse, -Allahü teâlâ bilir- filân işi işlemedim dese, hâlbuki, oişi işlediğini bilse, kâfir olur. Hak teâlâ hazretlerine cehl-i mürekkeb isnâd etmiş olur. Bir kimse, bir avreti [şâhidsiz] nikâh etse, o er ile avret, Allahü teâlâ ve Peygamber şâhidimizdir deseler, her ikisi kâfir olur. Zîrâ, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” diri iken gaybı bilmezdi. Gaybı bilir demek, küfr olur. Ben çalınanları ve gayb olanları bilirim dese, söyleyen ve inanan kâfir olur. Bana cin haber veriyor dese, yine kâfir olur. Peygamberler ve cinnîler dahî gaybı bilmezler. Gaybı, ancak Allahü teâlâ bilir ve Onun bildirdikleri bilir. Bir kimse, Allahü teâlâya and içmek dilese, bir âhar kimse dahî, ben senin, Allahü teâlâya and içdiğini istemem. Talâka ve itâka veyâ şerefe, nâmûsa and etmeni dilerim dese, kâfir olur, demişlerdir. Bir kimse, bir kişiye, senin dîdârın bana can alıcı gibidir dese, kâfir olur demişler. Zîrâ, can alıcı, bir ulu melekdir. Bir kimse, nemâz kılmamak hoş işdir dese, kâfir olur. Bir kimse, bir kişiye gel nemâz kıl dese, o dahî bana nemâz kılmak zor işdir dese, kâfir olur demişler. Allahü teâlâ, gökde benim şâhidimdir dese, kâfir olur. Zîrâ Allahü teâlâya, mekân isnâd etmiş olur. Allahü teâlâ, mekândan berîdir. [Allah baba diyen de kâfir olur.] Bir kimse; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yemek yidikden sonra mubârek parmağını yalardı dese, bir başkası, bu iş terbiyesizlikdir dese, kâfir olur. Rızk Allahdandır. Lâkin kuldan da hareket gerekdir dese, bu söz şirkdir. Zîrâ kulun hareketi de Allahdandır.
– 203 –

       Nasrânî olmak, yehûdî olmakdan, [Amerikan kâfiri olmak, komünist olmakdan] hayrlıdır dese, kâfir olur. Yehûdî, nasrânîden [komünist] hıristiyandan şerlidir, dahâ fenâdır demelidir. Kâfir olmak, hıyânet etmekden yeğdir dese, kâfir olur. Harâmdan sadaka verse ve sevâb umsa, alan fakîr dahî, harâmdan olduğunu bilerek, Allah kabûl etsin dese ve veren dahî, âmîn dese, ikisi de kâfir olur. İlm meclisinde ne işim var, yâhud âlimlerin dediğini işlemeğe kim kâdir olur dese veyâ fetvâyı, yere atsa ve din adamlarının sözü neye yarar dese, kâfir olur. Hasmına şer’a gidelim dese, polis götürmeyince gitmem yâhud islâmiyyeti ben ne bileyim dese, kâfir olur. Bir kimse, küfr söylese, bir kişi dahî gülse, gülen dahî kâfir olur. Gülmesi, zarûrî olursa, küfr değildir. Bir kimse Allahdan hâli [boş] yer yok dese veyâ Allahü teâlâ gökdedir dese, kâfir olur demişler. Bir kimse, meşâyıhin ervâhı hep hâzırdır, bilirler dese kâfir olur. Hâzır olur dese, küfr olmaz. İslâmiyyeti bilmem veyâ istemem dese, kâfir olur. Bir kimse, Âdem “aleyhisselâm” buğday yimese idi, biz şakî olmazdık dese, kâfir olur. Ammâ biz dünyâda olmazdık dese, küfründe ihtilâf etmişlerdir. Âdem “aleyhisselâm” bez dokurdu dese, birisi dahî, öyle ise, biz, çulhacı oğlanları imişiz dese, kâfir olur. Bir kişi, küçük günâh işlese, birisi ona tevbe et dese, o dahî, ne işledim ki tevbe edeyim dese, kâfir olur. Biri diğerine, gel islâm âlimine gidelim veyâ fıkh, ilmi-hâl kitâbını okuyup öğrenelim dese, o dahî, ben ilmi ne yapayım dese, kâfir olur. Zîrâ, ilmi istihfâfdır. Tefsîr ve fıkh kitâblarına hakâret eden, bunları beğenmiyen, kötüliyen kimse kâfir olur. Dört mezhebden birinin âlimlerinin yazmış oldukları bu kıymetli kitâblara saldıran azgın kâfirlere (fen yobazı) ve (zındık) denir. Bir kimseye, kimin zürriyyetindensin? Kimin milletindensin? İ’tikâdda mezhebinin imâmı kimdir? Amelde mezhebinin imâmı kimdir diye süâl etseler, bilmese, kâfir olur. Bir harâm-ı kat’iyye -hamr, hınzır eti gibi- halâldir dese veyâ halâl-i kat’iyye, harâmdır dese, kâfir olur demişler. [Tütüne harâm demek tehlükelidir.] Cemî’ edyânda harâm olan, halâl edilmesi hikmete muhâlif olan birşeyin halâl olmasını arzû etmek küfrdür. Zinâ ve livâta ve

– 204 –
karnı doydukdan sonra ta’âm yimek ve fâiz almak veyâ fâiz vermek gibi. Şerâbın halâl olmasını temennî küfr değildir. Çünki şerâb her dinde harâm değildi. Kur’ân-ı azîm-üş-şânı, lâf ve latîfe arasında isti’mâl etmek küfrdür. Yahyâ adlı kimseye, (Yâ Yahyâ! huz-il-kitâbe) dese kâfir olur. Kur’ân-ı kerîmle alay etmiş olur. Çalgı, oyun, şarkı arasında Kur’ân okumak da böyledir. Şimdi geldim Bismillâhi dese, âfâtdır. Birşeyi çok görse (Mâ halakallah) dese, ma’nâsını bilmese kâfir olur. Bir kimse, şimdi sana sövmem, sövmenin adını günâh koymuşlar, dese, âfâtdır. Bir kimse, Cebrâîl buzağısı gibi çırılçıplak olmuşsun dese, âfâtdır. Melekle alay etmek olur. Bir kimse, Allahü tebâreke ve teâlâdan gayri eşyâya yemîn etse, harâmdır. Harâmı işliyen, mürted ve kâfir olmaz. Meğer (Mansûsun aleyh) olan harâma halâl dese, kâfir olur. Ve dahî, oğlunun başı için veyâ başım için kelimelerine, yemîn billahi atf etse, meselâ, vallahî oğlumun başı için dese, küfr olmasından korkulur.
AHKÂM-I İSLÂMİYYE
AHKÂM-I İSLÂMİYYE

       İslâm dîninin bildirdiği emrlere ve yasaklara (Ahkâm-ı islâmiyye) veyâ (İslâmiyyet) denir. Ahkâm-ı islâmiyye sekizdir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, harâm, mekrûh, müfsid. Farz odur ki, onu Allahü azîm-üş-şân buyurmuş ola. Ve buyurduğu şübhesiz delîl ile, belli olmuş ola. Ya’nî âyet-i kerîmeden açıkça anlaşılmış ola. İnanmıyan, ehemmiyyet vermiyen kâfir ola. Îmân, Kur’ân, abdest almak, nemâz kılmak, oruc tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, cünüblükden gusl etmek [ya’nî boy abdesti almak] gibi. Farz dahî üç nev’dir: Farz-ı dâim, farz-ı muvakkat, farz-ı alel-kifâye. Farz-ı dâim (âmentü billâhi)yi sonuna kadar ezberleyip ve ma’nâsını bilip ve inanıp, dâimî i’tikâd etmeğe derler. Farz-ı muvakkat, amelin vakti geldikde, işlediğimiz farz olan amellere derler. Beş vakt nemâz kılmak ve Ramezân-ı şerîf ayında oruc tutmak ve san’atine ve ticâretine lâzım olan din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi. Farz-ı alel-kifâye, onu, elli kişiden veyâ yüz kişiden biri işlese, sâirlerden sâkıt olur. Verilen selâmın cevâbını söylemek gibi. Ve cenâze nemâzı kılmak ve cenâzeyi gasl etmek gibi, sarf ve nahv okumak ve hâfız olmak ve vücuh ilmini öğrenmek ve san’atine, ticâretine lâzım olandan ziyâde din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi. Ve dahî, bir farz içinde, beş farz vardır. Bu farzlar, ilm-i farz,

– 205 –
amel-i farz, mikdâr-ı farz, i’tikâd-ı farz, ihlâs-ı farz, inkâr-ı farzdır. İnkâr-ı farz küfrdür. Vâcib odur ki, onu Allahü azîm-üş-şân buyurmuş ola. Buyurduğu, şübheli delîl ile belli olmuş ola. Vâcib olduğuna inanmayan, kâfir olmaz. Lâkin, işlemeyen, Cehennem azâbına lâyık olur. Meselâ, vitr nemâzında, kunût düâsını okumak ve hâcı bayramında kurban kesmek ve Ramezân-ı şerîf bayramında fıtra vermek ve secde âyeti okununca, (Secde-i tilâvet) yapmak gibi. Vâcib içinde, dört vâcib ve bir farz vardır. İlmi vâcib, ameli vâcib, mikdârı vâcib, i’tikâdı vâcib, ihlâsı farz. Farzın ve vâcibin riyâsı harâmdır. Ve dahî sünnet, onu, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri, bir kerre veyâ iki kerre terk etmiş ola. Terk edene, azâb olmaz. Lâkin, özrsüz ve devâmlı terk eden, itâba ve sevâbından mahrûm olmağa lâyık olur. Meselâ, misvâk isti’mâl etmek ve ezân ve ikâmet ve cemâ’at ile nemâz kılmak ve evlendiği gece ta’âm yidirmek ve çocuğunu sünnet etdirmek gibi. Sünnet dahî üç nev’dir: Sünnet-i müekkede, sünnet-i gayr-ı müekkede, sünnet-i alel-kifâye. Sünnet-i müekkede olanlar, sabâh nemâzının sünneti ve öğle nemâzının evvel ve son sünnetleri ve akşam nemâzının sünneti ve yatsı nemâzının son sünneti gibi. Bunlar, sünnet-i müekkededir. Sabâh nemâzının sünnetine vâcib diyen âlimler de vardır. Bu sünnetler aslâ özrsüz terk olunmaz. Beğenmiyen kâfir olur. Sünnet-i gayr-ı müekkede olanlar, ikindinin sünneti ve yatsı nemâzının evvel sünneti. Bunlar çok kerre terk olunursa, bir şey lâzım gelmez. Özrsüz olarak büsbütün terk olunursa, itâba ve şefâ’atden mahrûm olmağa sebeb olur. [(Halebî)de ve (Kudûrî)de diyor ki, ibâdetler, (Ferâiz) ve (Fedâil) olmak üzere ikiye ayrılır. Farz ve vâcib olmayan ibâdetlere (Fedâil) veyâ (Nâfile ibâdet) denir. Beş vakt nemâzın sünnetleri, nâfile ibâdetdir ve farzlardaki noksanları temâmlar. Ya’nî yapılan farzdaki kusûrları temâmlar. Yoksa, kılınmayan farz nemâz yerine sünnet geçmez. Sünnet kılmak, farzı terk edeni Cehennemden kurtarmaz. Farzı özrsüz terk edenin, kıldığı sünnet sahîh olmaz. Sahîh olan [kusûrsuz kılınan] sünnete niyyet etmek lâzımdır. Niyyet edilmezse sünnet sevâbına kavuşmaz. Bunun için, senelerce nemâz kılmamış olanlar, dört vakt nemâzın sünnetlerini kılarken, hem, o vaktin ilk kazâya kalmış farzını kazâ etmeğe, hem de, o vaktin sünnetini edâ etmeğe niyyet etmelidir. Böyle niyyet edince, hem kazâ, hem de sünnet kılmış olur. Sünneti terk etmiş olmaz.] Sünnet-i alel kifâye, beş on kimseden birisi işlese, sâirlerinden sâkıt olur. Selâm vermek ve i’tikâfa girmek ve meşrû’ olan işlerinin evvelinde Besmele-i şerîfeyi söylemek gibi.
– 206 –
Eğer, ta’âmın evvelinde, Besmele-i şerîfeyi demezse, üç zararı vardır: 1- Şeytân kendisiyle birlikde, ta’âm yir. 2- Yidiği ta’âm bedenine maraz olur. 3- Ta’âmda bereket olmaz. Besmele söylerse, üç fâidesi vardır: 1- Şeytân ta’âma ortak olmaz. 2- Ta’âm bedenine şifâ olur. 3- Ta’âmda bereket olur. [Yimeğe başlarken Besmele söylemeği unutursa, hâtırladığı zemân söylemelidir.] Müstehab demek, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ömründe bir iki kerre işlemiş ola. İşlemeyene azâb ve itâb olmaz. Şefâ’atden mahrûm kalmak dahî yokdur. Lâkin, işleyene sevâb çokdur. Meselâ, nâfile nemâz kılmak ve nâfile oruc tutmak ve ömreye, nâfile hacca gitmek ve nâfile sadaka vermek gibi. Ve dahî, mubâh odur ki, onun iyi niyyetle işlenmesinde sevâb, kötü niyyetle işlenmesinde azâb vardır. Terkinde azâb olmaz. Yürümek, oturmak, ev almak, halâlinden dürlü ta’âm yimek, halâl olmak şartiyle, dürlü elbise giymek gibi. Harâm odur ki, onu Allahü azîm-üş-şân, Kur’ân-ı kerîmde açık nehy etmiş ola. Ya’nî, işlemeyiniz, demiş ola. Harâma, ehemmiyyet vermiyen, inanmıyan kâfir olur. İnandığı hâlde işliyen kâfir olmaz, fâsık olur. [İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” imâmlığı anlatırken buyuruyor ki, (Fâsık imâmın arkasında nemâz kılmamalıdır. Fâsık demek, şerâb içmek, zinâ etmek, fâiz yimek gibi büyük günâh işliyen demekdir. [Küçük günâha devâm etmek de büyük günâh olur.] Birden çok câmi’de Cum’a nemâzı kılınan yerlerde, fâsık hatîbin arkasında Cum’a nemâzı kılmamalı, imâmı sâlih olan câmi’de kılmalıdır. Fâsıka ihânet etmek, hakâret etmek vâcibdir. Çok âlim olsa da, onu imâm yapmamalıdır. İmâm yapmak, ona ta’zîm etmek, saygı göstermek olur. Fâsıkın da, mezhebsizin de, imâm yapılmaları, her zemân tahrîmen mekrûhdur. Harâmlardan sakınmağa (Takvâ) denir. Halâl veyâ harâm olduğu şübheli olan şeylerden de sakınmağa (Vera’) denir. Şübheli şey işlememek için bir halâlı terk etmeğe (Zühd) denir. Dâr-ül-harbde îmâna gelenin, Dâr-ül-islâma hicret etmesi vâcib olur)]. Harâm iki nev’dir: Biri, (Harâm li-aynihî) ve biri, (Harâm ligayrihî). Evvelkisi, kendisi harâm olup, her zemân harâmdır. Adam öldürmek, zinâ ve livâta etmek, hamr ve alkollü içkiler içmek, kumar oynamak, hınzır eti yimek ve kadınların, kızların başı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları böyledir. Bir kimse bu günâhları işlerken, Besmele-i şerîfe dese veyâ halâl i’tikâd etse, ya’nî Allahü teâlânın harâm etmesine ehemmiyyet vermese, kâfir olur. Ammâ, bunların harâm olduğuna inanıp, Allahdan, azâbından korkarak yapsa, kâfir olmaz. Fekat, Cehennem azâbına lâyık olur.
– 207 –
Harâm li-gayrihî, kendisi harâm değil ise de, harâm yoldan elde edildiği için, harâm olur. Bir kimse, bir kişinin bağına girip, sâhibinin izni yokken, meyvesini koparıp yimek, ev eşyâsını ve akçasını çalıp harcamak gibi. Bunları yapan kimse, yaparken Besmele dese yâhud halâldir söylese, kâfir olmaz. Bir kimsede, bir arpa ağırlığında haksız olan mal varsa, yarın kıyâmet gününde, cemâ’at ile kılınmış yediyüz rek’at, -kabûl olunmuş- nemâzının sevâbını, hazret-i Mevlâ bu kimseden alıverse gerekdir. Harâmın her iki kısmından kaçınmak, ibâdet yapmakdan dahâ çok sevâbdır. Ve dahî mekrûh, amelin sevâbını gideren şeye derler. Mekrûh dahî, iki nev’dir: Kerâhet-i tahrîmiyye ve kerâhet-i tenzîhiyye. Kerâhet-i tahrîmiyye, vâcibin terkidir. Harâma karîbdir [yakındır]. Kerâhet-i tenzîhiyye, sünnetin terkidir. Halâla karîbdir. Kerâhet-i tahrîmiyye işleyen, eğer kasd ile işlerse, âsî ve günâhkâr olur. Cehennem azâbına lâyık olur. Nemâzda ise, o nemâzın iâdesi vâcib olur. Eğer sehv ile işlerse secde-i sehv yapar. İâdesi sâkıt olur. Kerâhet-i tenzîhiyyeyi işleyene azâb olmaz. Lâkin, ısrâr ederse, itâba ve sevâbdan mahrûm kalmağa müstehak olur. At etini ve kedi ve fâre artığını yimek, şerâb yapana üzüm satmak gibi. Müfsid, amelleri, temelinden giderene denir. Îmânı ve nemâzı, nikâhı ve haccı ve zekâtı, alış ve satışı bozmak gibi. [Farzları, vâcibleri ve sünnetleri yapan ve harâmdan, mekrûhdan sakınan müslimâna, âhıretde (Ecr) ya’nî (Sevâb) ya’nî karşılık verilir. Harâmları, mekrûhları yapana ve farzları, vâcibleri yapmıyan müslimâna (Günâh) yazılır. Harâmdan sakınmanın sevâbı, farzı yapmanın sevâbından katkat çokdur. Bir farzın sevâbı, bir mekrûhdan sakınmanın sevâbından, bu da, bir sünnetin sevâbından çokdur. Mubâhlar içinde, Allahü teâlânın sevdiklerine (Hayrât) ve (Hasenât) denir. Bunları yapana da sevâb verilir ise de, bu sevâb, sünnet sevâbından azdır. Sevâb verileceğini bilerek yapmağa (Kurbet) denir. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, râhat ve se’âdet menba’ı olan, dinleri gönderdi. Dinlerin sonuncusu, Muhammed aleyhisselâmın dînidir. Diğer dinler, kötü insanlar tarafından, değişdirildi. Müslimân olsun, kâfir olsun, herhangi bir insan, bilerek veyâ bilmiyerek, bu dîne uygun yaşarsa, dünyâda hiç sıkıntı çekmez. Râhat ve neş’e içinde yaşar. Şimdi, Avrupada ve Amerikada, bu dîne uygun çalışan kâfirler, böyledir. Fekat, kâfirlere âhıretde hiç sevâb ve mükâfât verilmez. Böyle çalışan, eğer müslimân ise ve islâmiyyete uymağa niyyet ederse, âhıretde de, sonsuz se’âdete kavuşacakdır.]
İSLÂMIN BİNÂSI
– 208 –
İSLÂMIN BİNÂSI

       İslâmın binâsı beşdir. Ya’nî, islâm beş şey üzerine binâ kılınmışdır. Evvelkisi, kelime-i şehâdet getirmek ve ma’nâsını öğrenip inanmak. İkincisi, hergün beş vakt nemâzı vakti geçmeden kılmak. Üçüncüsü, Ramezân-ı şerîfde her gün oruc tutmak. Dördüncüsü, eğer farz olduysa, yılda bir kerre, zekât ve uşr vermek. Beşincisi, kudreti var ise, ömründe bir kerre, hacca gitmek. [Allahü teâlânın bu beş emrini yapmağa ve harâmlardan sakınmağa (İbâdet etmek) denir. Vücûb ve edâ şartlarına mâlik olmıyanın ve hacca gitmiş olanın tekrâr gitmesi, nâfile ibâdet olur. Bid’at ve harâm işlemeğe sebeb olan nâfile ibâdeti yapmak câiz değildir. İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”, 29 ve 123 ve 124. cü mektûblarında ve (Makâmât-ı Mazheriyye) 26. cı mektûbunda, nâfile hacca ve ömreye gitmeğe izn vermemişlerdir. (Neşr-ül-mehâsin)de, makâmât-ı aşereden zühd makâmını bildirirken diyor ki, (Büyük âlim ve Velî, imâm-ı Nevevîye, her sünnete ri’âyet ediyorsun. Fekat, büyük sünnet olan nikâhı terk ediyorsun dediklerinde, bir sünneti yaparken, birçok harâm işlemekden korkuyorum buyurdu). İmâm-ı Yahyâ Nevevî 676 da Şâmda vefât etdi. Pâkistânda (Câmi’a-i habîbiyye) üniversitesi dekanı, müderris Habîb-ür-rahmân, 1401 [m. 1981] de hacca gidince, vehhâbî imâmın ho-parlör ile nemâz kıldığını görüp, nemâzlarını ayrı kıldığı için, ellerine kelepçe takılarak habs edilmiş, sebebi soruldukda, imâmın ho-parlör ile kıldırması câiz değildir demişdir. Hac yapmasına mâni’ olunarak, geri gönderilmişdir. Dünyânın neresinde olursa olsun, her insana önce lâzım olan şey, dînini, îmânını öğrenmekdir. Din, eskiden islâm âlimlerinden kolayca öğrenilirdi. Şimdi, âhir zemân olduğu için, hiç bir yerde hakîkî din âlimi kalmadı. Câhiller, ingilizlere satılmış olan ahmaklar, din adamı olarak her tarafa yayıldı. Şimdi dîni, îmânı doğru olarak öğrenmek için tek çâre, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumakdır. Bu kitâbları bulmak, Allahü teâlânın büyük bir ihsânıdır. İslâm düşmanları, gençleri aldatmak için, bozuk din kitâbları yayıyorlar. Hakîkî din kitâbı bulup okumak, çok güç oldu. Gençler, muhtelîf oyunlara bağlanıp, hakîkî kitâb bulmakdan ve okumakdan mahrûm edilmekdedir. Birçok gencin, oyundan başka birşey düşünmediklerini görüyoruz. Bu hastalık, gençler arasında yayılmakdadır. Müslimân ana-babaların, çocuklarını bu hastalıkdan korumaları çok lâzımdır. Bunun için, çocuklarına dînini haber vermeleri ve din kitâbı okumağa alışdırmaları lâzımdır. Bunun için, çocuklarının zararlı oyunlara dadanmalarını önlemelidirler. Ba’zı ahbâblarımızın çocuklarının zararlı

– 209 –

       oyunları oynamakdan yemek yimeyi bile unutduklarını görmekdeyiz. Böyle çocukların, mekteb kitâblarını bile okuyup sınıf geçmeleri imkânsız olmakdadır. Anaların, babaların çocuklarına hâkim olmaları, kitâb okumağa alışdırmaları lâzımdır. Bunun için, (İslâm Ahlâkı) kitâbını okumalıdır. Bu kitâbı okuyan, dînini, îmânını öğreneceği gibi, islâm düşmanlarının nasıl çalışdıklarını da anlıyacakdır. Analar, babalar bu vazîfelerini yapmazlarsa, dinsiz, îmânsız bir gençlik hâsıl olacak, vatanımıza, milletimize çok zarar verecekdir. Müslimân anaların, babaların dikkat edecekleri çok mühim bir mes’ele de (Setr-i avret) mes’elesidir. Zararlı oyunları oynayanlar arasında dizlerinden kasıklarına kadar açık gençleri görüyoruz. İslâm dîninde avret mahallini örtmek mühim farzdır. Buna ehemmiyyet vermiyen îmânını kaybedebilir. Müslimânlar, nemâzlarına çok sevâb kazanmaları için ve vâ’z dinlemek için, câmi’lere gider. Câmi’e gitmek bu sebeble olmasa dahî çok sevâbdır. Avret mahalli açık olanların gitdiği yer, câmi’ olmaz, fısk meclisi olur. Fısk meclisine gitmenin harâm olduğu bütün kitâblarda yazılıdır. Böyle câmi’lere giden fısk meclisine gitmiş olur, günâha girer. Sevâb kazanmak ve vâ’z dinlemek için, böyle câmi’lere giden kimse, sevâb değil, günâh kazanmakdadır. Avret mahalli açık olanlar câmi’e gidince, müslimânların günâha girmelerine sebeb oluyorlar. Avret mahallini açmak, büyük günâh olduğu gibi, böyle açıklara bakmak da büyük günâhdır. Bunun için, böyle câmi’lere giden müslimânlar sevâb değil, günâh kazanmakda, gadab-ı ilâhiye sebeb olmakdadırlar.]

NEMÂZ BÂBI
NEMÂZ BÂBI

       Nemâzın farzları onikidir: Yedisi dışında, beşi içinde. Dışında olanlar: Hadesden tahâret, necâsetden tahâret, setr-i avret, istikbâl-i kıble, vakt, niyyet, iftitâh tekbîri. İçinde olanlar: Kıyâm; kırâet, her rek’atde bir rükû’, iki sücûd, ka’de-i ahîrede teşehhüd mikdârı oturmak. Nemâzın içindeki farzlara (Rükn) denir. Secdede alnı ve ayak parmaklarını yere koymak farzdır. Hadesden tahâret, abdesti yok ise, abdest almağa, cünüb ise gusl etmeğe ve abdest ve gusl iktizâ etdikde, su bulunmazsa, teyemmüm etmeğe derler. Hadesden tahâret, üç şey ile temâm olur: İstincâsına ve istibrâsına dikkat etmekle ve yıkamada ve başına meshde farz olan yerlerde, bir yer bırakmamakla. Necâsetden tahâret, üç şeyle temâm olur: Nemâz kılarken giydiği esvâbını, necâsetden pâk etmekle. Nemâz kılarken bedenini pâk etmekle. Nemâz kıldığı mekânı pâk etmekle. [İspirtolu sıvılar için, ellidört farzın sonuna bakınız!]

– 210 –
Setr-i avret, üç şeyle temâm olur: Hanefî mezhebinde, erkekler göbeği altından dizi altına varıncaya dek olan a’zâlarını örtmekle. Erkeklerin nemâzda ayaklarını örtmesinin sünnet olduğu sahîfe 419 da yazılıdır. Hurre olan hâtunlar, yüz ve el ve bir rivâyete göre ayakdan başka, cümle bedenlerini örtmek ve göstermemekle. Câriye olan kadınlar, sırt ve göğüsden diz altına kadar örtmekle. [Başı, kolları, bacakları açık gezen veyâ dar, ince şeyle örtünen kadınlar ve bunlara bakan erkekler, harâm işlemiş olurlar. Harâm olduğuna aldırış etmiyen îmânsız olur, mürted olur.] İstikbâl-i kıble üç şeyle temâm olur: Kıbleye dönmekle. Nemâzın tekmiline kadar, kıbleden göğsünü ayırmamakla. Allahü azîm-üş-şânın dîvân-ı ma’nevîsinde, zelîl olmakla. Vakt üç şeyle temâm olur: Nemâzın evvel ve âhır vaktini bilmekle. Nemâzı mekrûh olan vakte vardırmamakla. Niyyet, kıldığı nemâz farz mıdır, vâcib midir, sünnet midir, müstehab mıdır, bilmekle ve kalbinden geçirmekle ve dünyâ umûrunu, kalbinden çıkarmakla temâm olur. Salât-ı vitr kılmak, İmâm-ı a’zama göre vâcib, iki imâma göre ve mâlikî ve şâfi’î mezheblerinde sünnetdir. [Mâlikîyi taklîd edenin, harac olunca, vitr nemâzını terk etmesi câiz olur.] İftitâh tekbîri, erkekler ellerini kulağına kaldırmakla ve kalben uyanık ve hâzır olmakla temâm olur. Kıyâm, üç şeyle temâm olur: Kıbleye karşı, ayakda durmakla, secde yerine bakmakla, kıyâmda iken, iki tarafına sallanmamakla. Kırâet üç şeyle temâm olur: Cehren okunursa, sadâsını çıkarmak, gizli okunursa kendi işitecek kadar, hürûfâtı sıhhatli olarak okumakla. Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını düşünmekle. Tecvîd üzere okumakla. [Nemâza dururken söylenen tekbîri ve nemâz içinde okunan herşeyi ve ezânı arabca okumak lâzımdır. Bunların arabcasını, dînini bilen ve mezhebinin ilmihâl kitâbına uyan hâfızdan öğrenmelidir. Latin harfleri ile yazılı Kur’ân-ı kerîm doğru okunamaz. Noksan ve yanlış olur. Kur’ân-ı kerîmin tefsîri yapılır. Tercümesi yapılamaz. Dinsizlerin, mezhebsizlerin türkçe Kur’ân dedikleri kitâblar, doğru değildir. Yanlış ve bozukdurlar. Her müslimân, Kur’ân-ı kerîm kursuna gidip, islâm harflerini öğrenerek, Kur’ân-ı kerîmi ve düâları doğru okumalıdır. Böyle doğru okuyarak kılınan nemâz kabûl olur. (Tergîb-üs-salât)da diyor ki, (Bir kimsenin nemâzda okuduğu, dokuz âlime göre yanlış olsa, bir âlime göre doğru olsa, bunun nemâzı fâsid oldu dememelidir.)] Rükû’ üç şeyle temâm olur: Rükû’a kıbleye karşı tam
– 211 –
eğilmekle. Beli ile başı berâber olmakla. Tumânînet üzere [kalben emîn olarak] durmakla. Secde üç şeyle temâm olur: Secdeye sünnet üzere varmakla. Alnı ile burnu, bir hizâda kıbleye karşı yere konmuş olmakla. Tumânînet üzere olmakla. [Sağlam kimsenin yirmibeş santimetreye kadar yükseğe secde etmesi câiz ise de mekrûhdur. Çünki Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri, yüksek yere secde etmedi. Dahâ yükseğe secde ederse, nemâzı fâsid olur.] Ka’de-i ahîre üç şeyle temâm olur: 1- Erkekler sağ ayağını dikip sol ayağı üzerine oturmakla, kadınlar, teverrük etmekle ya’nî kaba etlerini yere koyup, ayaklarını sağ tarafından çıkarmakla. 2- Tehiyyâtı ta’zîm üzere okumakla. 3- Ka’de-i ahîrede, salevât ve düâ okumakla. Nemâzdan sonra okunacak şeyler 251. ci sahîfede yazılıdır.
GUSL BÂBI
GUSL BÂBI

       Guslün farzları hanefîde üç, mâlikîde beş, şâfi’îde iki, hanbelîde birdir. Hanefîde: 1- Bir kerre ağzına su vermek. Dişlerin arasını ve diş çukurunun içini ıslatmak farzdır. [Hanefî mezhebinde olan kimse, zarûret olmadan diş dolduramaz ve kaplatamaz. Takma diş yapdırır ve gusl abdesti alırken, bunları çıkarıp altını yıkar. Zarûret olursa, dolgu veyâ kaplama yapdırması câiz olur. Fekat, gusl ve abdest alırken ve nemâza dururken (Şâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd ediyorum) diye niyyet etmesi lâzımdır.] 2- Bir kerre burnuna su vermek. 3- Bir kerre cemî’i bedenini yıkamakdır. Bedenin, ıslatmasında harac olmıyan yerlerini yıkamak farzdır. Bedenin bir yeri, zarûrî olan, ya’nî insanın yapmadığı, yaratılışda bulunan bir sebeb ile ıslatılmazsa afv olur, gusl sahîh olur. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, dişler arasında veyâ diş çukurunda kalan yemek, guslün sahîh olmasına mâni’ olmaz. Fetvâ böyledir. Çünki, bunların altı ıslanır. Kalan şey, katı ise, mâni’ olur denildi. Doğrusu da budur. (İbni Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ”, bunu açıklarken buyuruyor ki, (Hülâsa) kitâbında da, mâni’ olmaz. Çünki su, akıcı olduğu için, yemeğin altına sızar demekdedir. Suyun sızmadığı anlaşılırsa, bu âlimlere göre de, gusl sahîh olmamakdadır. (Hilye) kitâbı bunu açık bildirmekdedir. Kalan şey, ağızda ezilerek katılaşmış ise, suyu sızdırmıyacağı için, gusl sahîh olmaz. Çünki, burada zarûret yokdur. [Ya’nî, kendiliğinden hâsıl olan birşey değildir. Bunları temizlemekde] harac, ya’nî güçlük de yokdur. (Halebî-i sagîr)de diyor ki, bir kimsenin dişleri arasında ekmek

– 212 –
ve yemek ve başka şey artıkları varken gusl abdesti alsa, fetvâlara göre, altına su geçmediğini zan etse bile, guslü sahîh olur. Çünki su, akıcı olduğu için, altına geçer. Böyle fetvâ verildiği (Hulâsa)da yazılıdır. Ba’zı âlimlere göre, kalan şey katı ise, guslü câiz olmaz. (Zahîre) kitâbında da böyle yazılıdır. Esah olan da budur. Çünki, altına su geçmez. Zarûret ve harac da yokdur. (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, diş çukurunda yemek artığı varken, gusl eden kimsenin guslü sahîh olur ve olmaz diyenler vardır. İhtiyât olarak, yemek artıklarını önceden çıkarmalıdır. (Merâk-ılfelâh)ın (Tahtâvî) hâşiyesinde diyor ki, diş çukurunda veyâ dişleri arasında yemek artığı kalmış ise, gusl sahîh olur. Çünki su, akıcı olduğu için, her yere sızar. Artıklar çiğnenerek sertleşmiş ise, gusle mâni’ olur. (Feth-ül-kadîr)de de böyle yazılıdır. (Bahr-ür-râık)da diyor ki, diş çukurunda veyâ dişlerin arasında yemek kalmış ise, gusl sahîh olur. Çünki su latîf olduğu için, her yere sızar. (Tecnis)de de böyle yazılıdır. Sadr-üş-şehîd Hüsâmeddîn, guslü sahîh olmaz. Bunu çıkarıp dişin içinden suyu akıtması lâzımdır dedi. Çıkarıp altını yıkamak ihtiyâtlı olur. (Fetâvâ-i Hindiyye)de diyor ki, diş çukurunda veyâ dişleri arasında yemek artığı kalanın guslü sahîh olur sözü dahâ doğrudur. (Zâhidî)de de böyle yazılıdır. Fekat, artığı çıkarıp, çukura su akıtmak ihtiyâtlı olur. (Kâdihân)da diyor ki, dişlerinde yemek artığı kalanın guslü temâm olmıyacağı (Nâtifî)de yazılıdır, bunu çıkarıp, altını yıkaması lâzımdır. (El-mecmû’at-üz-zühdiyye)de diyor ki, gerek kalîl, gerek kesîr olsun dişlerin arasında kalan ta’âm kırıntısı, katı hamur gibi olup da, suyun nüfûzuna mâni’ olursa, gusle dahî mâni’dir. (Halebî)de de böyle yazılıdır. (Yemek artıklarını çıkarmakda harac, zorluk yokdur. Dolgu ve kaplama ise, çıkarılamaz. Çıkarılmasında harac vardır) denilemez. Evet harac vardır. Fekat, insanın yapdığı birşey haraca sebeb olunca, başka mezhebi taklîd etmek için özr olur. Farzı terk etmek için özr olmaz. Farzın sâkıt olması için, başka mezhebin taklîd edilememesi ve bu hâlde, zarûret ile haracın birlikde bulunmaları lâzımdır. (Diş doldurması veyâ kaplatması, diş ağrısını önlemek ve dişi telef olmakdan kurtarmak içindir. Bunun için zarûret olmaz mı?) denilirse, cevâbında deriz ki, zarûret olmak için, başka mezheb taklîd edememek şartdır. (Gusl abdesti alırken, dişlerin yıkanması hükmü, kaplamanın ve dolgunun zâhirine intikal eder) demek, islâmiyyete uygun bir söz değildir. Tahtâvî, (İmdâd) hâşiyesinde diyor ki, (Abdest aldıkdan sonra mestlerini giymiş olanın abdesti bozulunca, abdestin bozulması ayaklara değil, mestlere intikâl eder). Fıkh kitâblarının,
– 213 –
yalnız abdest almakda ve yalnız mest için söylemiş oldukları bu sözü, diş kaplatmak için, hem de gusl abdesti için söylemek, kendi tarafından uydurma fetvâ vermek olur. Dolgu veyâ kaplama olan dişi, sık olan sakala benzetmek de doğru değildir. Çünki, abdest alırken, sık olan sakalın dibini yıkamak mecbûrî değil ise de, guslde bunun altındaki deriyi de yıkamak farzdır. (Abdest alırken sık sakal altındaki deriyi yıkamak farz olmadığı için, guslde de sık sakalın altını yıkamak farz olmaz) diyen kimse, gusl abdesti alırken, sık sakalın altını yıkamaz. Böylece bunun ve buna inananların gusl abdestleri ve dolayısıyle nemâzları sahîh olmaz. Kaplamayı ve dolguyu, ayakdaki yarık içine konan merheme yâhud yara ve kırık üzerine konan cebîre denen tahtalara, alçıdan kalıplara ve sargılara benzetmek de, fıkh kitâblarına uygun değildir. Çünki, bunları yara ve kırık üzerinden çıkarmakda harac veyâ zarar olunca, başka mezhebi taklîd imkânı yokdur. Bu üç sebebden dolayı, altlarını yıkamak sâkıt oluyor. Şiddetli ağrı yapan çürük dişi çıkarmak, bunun yerine, çıkarılabilen müteharrik sun’î diş, yâhud yarım veyâ bütün damaklı dişler yapdırmak istemeyip de, dolgu veyâ kron denilen kaplama yapdırmakda insan serbest olduğu için, dolgu, kaplama veyâ köprü denilen sâbit diş yapdırmak, zarûret olmaz. Zarûret olduğunu söylemek, zâten altlarının ıslanmasının sâkıt olmasına sebeb olamaz. Çünki, başka mezhebi taklîd etmeleri mümkindir. Zarûret var diyerek, fıkh kitâblarına uyup, Şâfi’îyi veyâ Mâlikîyi taklîd edenlere dil uzatmağa kimsenin hakkı yokdur. İnsanı birşey yapmağa zorlıyan semâvî sebebe, ya’nî insanın elinde olmıyan sebebe (Zarûret) denir. İslâmiyyetin emr ve yasak etmesi ve şiddetli ağrı ve bir uzvun yâhud hayâtın telef olmak tehlükesi ve başka birşey yapamamak mecbûriyyeti, hep zarûretdir. Yapılan birşeyin, bir farza mâni’ olmasını veyâ harâm işlemeğe sebeb olmasını önlemenin meşakkatli, güç olmasına (Harac) denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına, (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Ahkâm-ı islâmiyyeden bir hükm yapılacağı zemân, ya’nî bir emri yaparken veyâ bir yasak işi yapmakdan sakınırken, kendi mezhebinin âlimlerinin meşhûr olan, seçilmiş olan sözlerine uyulur. İnsanın yapdığı birşeyden dolayı, âlimlerin bu sözlerine uymakda harac olursa, seçilmemiş, za’îf sözlerine uyulur. Buna uymakda da harac olursa, bu hükm, başka mezhebi taklîd ederek yapılır. Başka mezhebi taklîd etmekde de harac olursa, haraca sebeb olan şeyin yapılmasında zarûret bulunup bulunmadığına bakılır: 1- Haraca sebeb olan şeyin yapılmasında zarûret bulunduğu
– 214 –
zemân, o farzı yapmak sâkıt olur. 2- Haraca sebeb olan şeyin yapılmasında zarûret yoksa [oje gibi] veyâ zarûret olduğu zemân, birkaç şey yapılabilir ve bunlardan harac bulunan şeyi yapmak isterse, o ibâdeti sahîh olmaz. Harac bulunmıyan şeyi yaparak, o farzı îfâ etmesi lâzım olur. Zarûret olsa da, olmasa da, yalnız harac, meşakkat bulunduğu için, başka mezhebin taklîd edileceği, (Fetâvel-hadîsiyye)de ve (Hulâsat-üt-tahkîk)de ve Tahtâvînin “rahime-hullahü teâlâ” (Merâk-ılfelâh) hâşiyesinde ve molla Halîl Es’irdînin “rahime-hullahü teâlâ” (Ma’füvât) kitâbında yazılıdır. Molla Halîl, 1259 [m. 1843] da vefât etdi. Ağrıyan, çürüyen dişini çıkararak, takma protez veyâ damaklı diş yapdırmak istemeyip de, dolgu veyâ kaplama ya’nî kron yapdıran bir hanefî, gusl abdesti alırken, Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebini taklîd eder. Çünki, bu iki mezhebde, gusl abdesti alırken, ağız ve burnu yıkamak farz değildir. Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebini taklîd etmek de pek kolaydır. Guslde ve abdestde ve nemâza başlarken veyâ unutursa, nemâzdan sonra, hâtırladığı zemân, Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebini taklîd etdiğine niyyet etmeli, ya’nî kalbinden geçirmelidir. Bu kimsenin abdestinin, guslünün ve nemâzının Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebine göre sahîh olmaları lâzımdır. Şâfi’î mezhebine göre sahîh olması için, nikâh etmesi ebedî harâm olan onsekiz kadından başka bir kadının derisine kendi derisi ve kendi kaba avret yerine elinin içi değince, abdest almalı ve imâm arkasında, içinden Fâtiha okumalıdır. Mâlikî mezhebini taklîd etmek için 525. ci sahîfeye bakınız! Başka mezhebi taklîd etmek, mezheb değişdirmek demek değildir. Taklîd eden bir hanefî, hanefî mezhebinden çıkmış değildir. Yalnız, o ibâdetin, o mezhebdeki farzlarına ve müfsidlerine tâbi’ olur. Vâciblerde, mekrûhlarında ve sünnetlerinde kendi mezhebine tâbi’ olur. Fıkh âlimlerinin, gusl abdesti hakkındaki beyânları ortada dururken, diş mes’elesini, salâhiyyetsiz, hattâ mezhebsiz kimselerin yazıları ile halletmeğe kalkışanlar işitilmekdedir. Diş doldurtmanın câiz olduğu, Sebil-ür-reşâd mecmû’asının 1332 [m. 1913] senesindeki nüshasında yazılı olan fetvâda bildirilmişdir diyorlar. Evvelâ şunu bildirelim ki, bu mecmû’a, reformcuların, mezhebsizlerin yazıları ile doludur. Muharrirlerinden Manastırlı İsmâ’îl Hakkı, sinsi bir masondur. Bunlardan İzmirli İsmâ’îl Hakkı ise, mason olan Kâhire müftisi, reformcu, Mehmed Abduha aldananların başında gelmekdedir. Lise tahsilini İzmirde yapmış, İstanbulda öğretmen okulunu bitirmişdir. Din tahsili, din kültürü za’îfdir. İttihâdcıların gözlerine
– 215 –
girerek medreselerde hoca olmuş,derslerinde ve kitâblarında, Abduhun reformcu, bölücü fikrlerini yaymağa çalışmışdır. Zehrlediği, sapdırdığı talebesinden Ahmed Hamdi Aksekinin (Telfîk-ı mezâhib) ismindeki, mezhebsiz Mısrlı Reşîd Rızâdan terceme kitâbına yazdığı medhiyyesi, İsmâ’îl Hakkının iç yüzünü ortaya sermekdedir. İşte bu İsmâ’îl Hakkı, adı geçen mecmû’ada, dişleri altın tel ile bağlamanın câiz olup olmaması hakkında, fıkh âlimlerinin ihtilâflarını uzun uzun yazmış, dişlerin gümüş yerine, altın tel ile bağlanmasının zarûret olduğundaki âlimlerin sözbirliğini bildiren kitâbları, meselâ (Siyer-i kebîr) şerhini ileri sürerek, diş mes’elesi bir zarûretdir demişdir. Hâlbuki, kendisine sorulan şey; dişlerin altın ile mi, gümüş ile mi bağlanması mes’elesi değil, dolgu veyâ kaplaması olan kimsenin gusl abdesti sahîh olur mu? süâlidir. İzmirli İsmâ’îl Hakkı, kendisine sorulmıyan, herkesce bilinen şeyi uzun uzun yazıp, bunun netîcesini, soruya cevâb olarak bildirmişdir. Bu hareketi, ilmde sahtekârlıkdır. Kendi görüşlerini, islâm âlimlerinin fetvâsı olarak yazmağa yeltenmişdir. Bu kadarı yetmiyormuş gibi, fıkh âlimlerinin gusl abdestindeki yazılarını yazarak, kendi görüşünü bunlara benzetmekdedir. Meselâ, (Bahrde açıklandığına göre, ulaşdırmak güç olan yere suyu temâs etdirmek şart değildir) diyor. Hâlbuki, (Bahr) kitâbında, (Bedenin, suyu ulaşdırmak güç olan yerlerine) yazılıdır. İnsanın zarûrî olarak yapdığı şeyi, insanda zarûrî bulunan şeye benzetmekdir. (Dürrül-muhtâr)ın, (Kadına başını yıkamak zarar verir ise, yıkamaz) yazısını, diş dolgusu olanın guslünün câiz olacağına delîl göstermesinde de haklı değildir. Su değmesinin başa zarar vermesi, bedende bulunan bir hastalıkdır. Dişdeki kaplama, dolgu ise, insanın yapdığı bir şeydir. Bunun içindir ki, (Dürr-ül-muhtâr)da, diş çukurunda yemek artığı kalanın guslünün câiz olup olmaması, ayrıca yazılmışdır. İzmirli İsmâ’îl Hakkı, bu hiyle ve hatâları ile de iktifâ etmemiş, islâm âlimlerini kendine yalancı şâhidi göstermekden çekinmiyerek, (Suyu, altın veyâ gümüş kaplamanın, dolgunun altına ulaşdırmak, buraları yıkamak şart değildir. Diş mes’elesinde zarûret bulunduğu ve zarûret bulunan yerlere suyun ulaşdırılmasının şart olmadığı, fıkh âlimleri tarafından ittifakla bildiriliyor) demişdir. Diş kaplatmanın ve doldurtmanın zarûret olduğunu, Hanefî fıkh âlimlerinden hiçbiri bildirmedi. Zâten fıkh âlimleri zemânında diş kaplatmak, dolgu yapdırmak yokdu. Vesîka olarak ileri sürdüğü (Siyer-i kebîr şerhi) tercemesinin altmışdördüncü sahîfesinde, imâm-ı Muhammed Şeybânînin “rahime-hullahü teâlâ”, dişi düşen kimsenin, bunun yerine altından diş koymasına yâhud
– 216 –
altından tel ile dişleri bağlamasına câiz dediği yazılıdır. Diş kaplatmak yazılı değildir. Bunu, İzmirli İsmâ’îl Hakkı eklemişdir. Sonradan ortaya çıkan mason din adamları, mezhebsizler, sapıklar, müslimânları aldatmak, bölücülük yapmak için, her hîleye başvurdular. Yanlış, bozuk şeyler yazdılar. İmâm-ı Muhammed “rahime-hullahü teâlâ”, sallanan dişin gümüşle bağlanacağı gibi, altın tel ile de bağlanabileceğini bildirmişdir. Altın ile kaplamak, doldurmak câiz olur dememişdir. Bunları İsmâ’îl Hakkı gibiler, kendileri eklemişlerdir. İzmirli İsmâ’îl Hakkının yukarıdaki yanlış ve hiyleli yazısına, o zemânki müftiler ve kıymetli din adamları cevâb vermişler, hakîkati ortaya koymuşlardır. Bu değerli âlimlerden birisi, Bolvadinli müderris Yûnüs-zâde Ahmed Vehbî efendidir “rahime-hullahü teâlâ”. Geniş din bilgisi olan bu zât, diş oyuğunu doldurtmuş olanın gusl abdestinin sahîh olmıyacağında, âlimlerin sözbirliği olduğunu isbât etmişdir. (Sebîl-ür-reşâd) mecmû’ası, İzmirlinin yazısının derme-çatma, hiyleli olduğunu anlamış olacak ki, (Mecmû’a-i Cedîde) ismindeki fetvâ kitâbının 1329 [m. 1911] târîhli ikinci baskısındaki (Gusl câiz olur) fetvâsını da vesîka olarak eklemeği lüzûm görmüşdür. Hâlbuki, bu fetvâ, bu kitâbın 1299 târîhli birinci baskısında yokdur. İkinci baskıya, ittihâdcıların şeyh-ül-islâmı Mûsâ Kâzım tarafından sokulmuşdur. Sebîl-ür-reşâd mecmû’ası, bir reformcunun yazısını bir masonun yazısı ile isbâta kalkışmışdır. Hiçbir fıkh âlimi, diş kaplatmağa, dolgu yapdırmağa zarûret dememişdir. Bunu yalnız mason olan din adamları ve dinde reformcular, mezhebsizler ve vehhâbî sapıklarına satılmış veyâ aldanmış olan din câhilleri söylemekde ve yazmakdadırlar. Ahmed Tahtâvî “rahime-hullahü teâlâ”, (Merâk-ıl-felâh) hâşiyesinde diyor ki, (Başka mezheblerdeki bir imâma uymanın sahîh olması için, uyanın mezhebine göre, nemâzı bozan birşeyin imâmda bulunmaması, eğer varsa, uyanın bunu bilmemesi lâzımdır. Güvenilen kavl budur. İkinci kavle göre, imâmın kendi mezhebine göre, nemâzı sahîh olursa, uyanın mezhebine göre sahîh olmadığı görülse bile, buna uyması sahîh olur). İbni Âbidînde de böyle yazılıdır. Tahtâvînin ve İbni Âbidînin “rahime-hümullahü teâlâ” bu sözlerinden anlaşılıyor ki, kaplaması veyâ dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması veyâ dolgusu olan imâma uymasının sahîh olup olmaması üzerinde, âlimlerin iki ayrı kavlleri vardır: Birinci kavle göre, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması, dolgusu olan imâma uyması sahîh olmaz. Çünki, bu imâmın nemâzı Hanefî mezhebine göre sahîh değildir. İkinci
– 217 –
kavle göre, bu imâm, Şâfi’î veyâ Mâlikî mezhebini taklîd ediyorsa, kaplaması veyâ dolgusu olmayan hanefînin, buna uyması sahîh olur. İmâm-ı Hindûvânî “rahmetullahi aleyh” böyle ictihâd etmişdir. Mâlikî mezhebi de böyledir. Kaplaması veyâ dolgusu olan sâlih bir imâmın mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd etmediği bilinmedikce, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefîler de, bu imâma uymalıdır. Buna, mâlikî veyâ şâfi’îyi taklîd edip etmediğini sormak, tecessüs etmek câiz değildir. Bu ikinci kavl, her ne kadar za’îf ise de, harac olduğu zemân, za’îf kavl ile amel etmek lâzım olduğu, yukarda bildirilmişdi. Fitneye mâni’ olmak için de, za’îf kavl ile amel edileceği, (Hadîka)da da yazılıdır. Mezheblere kıymet vermeyip, fıkh kitâblarına uygun ibâdet etmiyen kimsenin, Ehl-i sünnet olmadığı anlaşılır. Ehl-i sünnet olmıyan da, yâ bid’at sâhibi, sapıkdır, yâhud, îmânı gitmiş, mürted olmuşdur. Biz, dolgu, kaplama yapmayınız demiyoruz. Yapdırmış olan kardeşlerimizin ibâdetlerinin kabûl olması için yol gösteriyoruz. Bunlara kolaylık gösteriyoruz. Gusl abdesti, onbeş nev’dir: Beşi farz, beşi vâcib, dördü sünnet, biri müstehab. Farz olan gusl, hâtunun hayz ve nifâsdan kesildikde, erkeğin cimâ’ yapınca, ya’nî avrete mukârenetinde, şehvetle menî akdıkda, ihtilâm olup, döşeğinde veyâ donunda meni görünce, kılmadığı nemâzın vakti çıkmadan evvel, gusl farzdır. Vâcib olanlar: Meyyiti yıkamak, bir sabî bâliğ olunca gusl etmek ve bir arada yatan er ve avretin arasında bulunmuş olan menînin hangisinden olduğu bilinmese, ikisi dahî gusl etmek ve bir kimsenin üzerine bulaşmış olup da, bunun ne zemândan olduğunu bilmese, gusl etmek. Ve bir hâtun çocuk getirdiğinde, kan gelmemiş olsa bile, gusl etmek. (Kan gelmişse, gusl farz olur). Sünnet olanlar: Cum’a günü için ve bayram günleri için ve ihrâm vaktinde -ne niyyetle olursa olsun- ve Arafata çıkmadan evvel gusl etmek. Müstehab olan gusl, bir kâfir îmâna geldiğinde -küfr hâlinde iken, cünüb ise, gusl farz olur- ve cünüb değil ise, müstehab olur. Guslün harâmı üçdür: 1- Erlerin erlere ve avretlerin avretlere, gusl vaktinde, göbeği altından dizinin altına kadar olan yerlerini birbirine göstermek. 2- Alâ kavlin- müslimân hâtunlar, kâfir avretlerine, gusl ederken, görünmek (sâir vaktlerde dahî hükm yine böyledir). 3- Suyu isrâf eylemek. Guslün sünnetleri, hanefîde onüçdür: 1- Su ile istincâ etmek. Ya’nî mak’adı ve zekeri yıkamak. 2- Ellerini bileklerine kadar yıkamak.
– 218 –
3- Bedeninde hakîkî necâset var ise gidermek. 4- Mazmaza ve istinşâkda mübâlağa etmek. Ağızda ve burunda ıslanmadık iğne ucu kadar kuru yer kalsa, gusl sahîh olmaz. Evvelinde nemâz abdesti almak. 5- Gusl abdesti için, niyyet etmekdir. 6- Her a’zâsını, suyu dökünürken oğuşdurmak. 7- Evvelâ başına, sonra sağ, sonra sol omuzlarına üçer kerre su dökmek. 8- El ve ayak parmaklarını hilâllamak. Ya’nî parmak aralarını ıslatmak. 9- Ardını ve önünü kıbleye döndürmemek. 10- Gusl ederken, dünyâ kelâmı söylememek. 11- Mazmaza ve istinşâkı üçer kerre etmek. 12- Her a’zâda, sağdan başlamak. 13- Gusl etdiği yerde bevl birikiyorsa, bevl etmemek. Bu saydıklarımızdan başka sünnetler de vardır. (El-fıkh-ü alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor ki, (Cünüb olan erkeğin ve kadının, gusl abdesti almadan evvel, abdestsiz yapılması câiz olmıyan, a’mâl-i şer’ıyyeden birini yapması, dört mezhebde de harâmdır. Meselâ, cünüb iken, farz veyâ nâfile nemâz kılması halâl değildir. Su bulamaz ise veyâ hastalık gibi bir sebeb ile, suyu kullanamaz ise, teyemmüm etmesi lâzım olur. Cünüb iken, farz veyâ nâfile oruc tutması sahîh olur. Kur’ân-ı kerîmi tutması ve okuması harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi abdestsiz tutmak da halâl değildir. Mescide girmesi de harâmdır. Düşmandan korunmak için veyâ bir hükm çıkarmak için, bir-iki kısa âyet okuması, mescidden koğa, ip, su almak için veyâ başka yol bulamadığı için, girip hemen çıkması câiz olur. Düâ niyyeti ile bir kısa âyet, meselâ Besmele okuyabilir. Mescide girmeden teyemmüm eder.)

       TEVHÎD DÜÂSI Yâ Allah, yâ Allah. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî verhamnî yâ erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfirlî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li âbâ-i ve ümmehât-i zevcetî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâzî Abdülhakîm-i Arvâsî ve li kâffetil mü’minîne vel-mü’minât. “Rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în.”

– 219 –
HAYZ VE NİFÂS BAHSİ
HAYZ VE NİFÂS BAHSİ

       Hayz müddetinin en azı üç gündür, en çoğu on gündür. Nifâsın ekalline hudûd yokdur, ne vakt kesilirse, gusl edip, nemâz kılmak gerek ve oruc tutmak gerek. En çoğu kırk gündür. Eğer, hayz kanı üç günden eksikde kesilse, hayz sanıp, nemâzını kılmadıysa, kazâ eder. Gusl lâzım değildir. Ve eğer üç gün temâm oldukda kesilse, gusl edip, vakt nemâzını kılar. On gün temâm oldukda, kesilse de kesilmese de gusl edip nemâzını kılar. Nifâsın kırk günü temâm olunca, gusl etdikde, kesilse de, kesilmese de, kılar. Hayz ve nifâs günlerinde, her dürlü akıntı, kan hükmündedir. (Sarı olsun, bulanık olsun). Hayzın on günü içinde veyâ nifâsın kırk günü içinde, bir iki gün kan gelmese, kesildi sanıp, gusl ederek oruc tutsa, sonra yine müddeti içinde kan gelse, o orucları kazâ etmek gerekdir. Kesildikde yine gusl etmek gerekir. Eğer âdetinden evvel kesilse, lâkin üç günden sonra olsa, gusl edip nemâzını kıla. Lâkin âdeti geçmeyince eri ile cimâ’ etmeye. Nifâs dahî böyledir. Eğer âdetden ziyâde kesilse, lâkin on günde veyâ dahâ eksikde kesilse, hep hayzdır. Eğer, on gün temâm oldukda kesilmeyip aksa, âdetinden ilerisi hayz olmaz, o günlerin nemâzlarını kazâ eder. Nifâsın kırk günü dahî hayzın on günü gibidir. Ramezânda tan yeri ağardıkdan sonra, hayz ve nifâs kesilse, o günü yimeyip ve içmeyip imsâk ede. Lâkin, oruc olmaz. Kazâsı lâzımdır. Ve eğer, tan yeri ağardıkdan sonra kan gelse, ikindiden sonra görürse de, o günü, gizli yiye ve içe. Umûmiyyetle, bir avret kan görse, nemâzdan ve orucdan vaz geçe. Ve eğer, üç gün olmadan kesilse, nemâzın son vaktine dek, sabr ede, kan görülse, nemâz kılmaya ve eğer gelmezse, abdest alıp nemâzını kıla, eğer yine kan gelse, yine nemâzdan fâriğ ola. Eğer ki, yine kesilse, nemâzın son vaktine dek eğlene, gelmezse, abdest ala ve nemâzını kıla. Üç güne dek böyle eyleye, gusl lâzım değildir. Yalnız abdest kifâyet eder. Üç günden sonra kesilse, yine nemâzın âhırına dek bekliye, gelmezse gusl ede ve nemâzını kıla, gelirse, nemâzdan vaz geçe. Kıyas üzere on güne varınca, ondan sonra gusl ede ve nemâzını kıla, kan akarsa da. Nifâsda dahî, böyledir. Lâkin, her kesildikçe gusl lâzımdır. Bir günde kesilir ise de. Ramezânda, eğer tan yeri ağarmadan kesilse niyyet edip, orucunu tuta. Eğer kuşluk vakti veyâ ikindiden sonra, yine kan gelse, o oruc oruc olmaz. O günü dahî, sonra kazâ eder. Eğer düşük düşerse, parmağı, yâ saçı, yâ ağzı veyâ burnu belli

– 220 –
olursa, bütün çocuk doğurmuş gibi olur. Eğer hiç bir yeri belli değilse, nifâs olmaz. Lâkin, üç gün yâ dahâ ziyâde akarsa, hayz olur. Eğer hayzdan kesileli onbeş gün veyâ dahâ ziyâde olup da düşmüş, eğer üç günden eksik kesilir ise veyâ dahâ hayz kesileli onbeş gün olmamış ise, hayz değildir. Burun kanı gibidir. Nemâzını kılması lâzımdır. Ve orucunu dahî tuta. Eri ile yatmadan önce gusl lâzım değildir. [Büyük islâm âlimi Muhammed Birgivî “rahmetullahi aleyh”, kadınların hayz ve nifâs hâllerini hanefî mezhebine göre bildiren (Zuhr-ül-müteehhilîn) isminde çok kıymetli bir kitâb yazmışdır. Kitâb arabîdir. Allâme-i Şâmî seyyid Muhammed Emîn ibni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, bu kitâbı genişleterek, (Menhel-ülvâridîn) ismini vermişdir. İmâm-ı Birgivî, 981 [m. 1573] de tâ’ûndan vefât etdi. Anadoluda, Ödemişin Birgi kasabasındadır. İbni Âbidîn, 1252 [m. 1836] de Şâmda vefât etdi. (Menhel)de diyor ki, her müslimân erkeğin ve kadının ilmihâl öğrenmesi farz olduğunu fıkh âlimleri sözbirliği ile bildirdi. Bunun için, kadınların ve zevclerinin hayz ve nifâs bilgilerini öğrenmeleri lâzımdır. Zevcleri, kadınlara öğretmeli, kendileri bilmiyorsa, bilen kadınlardan öğrenmesi için izn vermelidir. Zevci izn vermiyen kadının, zevcinden iznsiz gidip öğrenmesi lâzımdır. Kadınlara mahsûs olan bu bilgi, şimdi unutulmuş, bilen din adamı kalmamış gibidir. Zemânın din adamları, hayz, nifâs ve istihâza kanlarını ayıramıyorlar. Bunları uzun bildiren kitâbları yokdur. Kitâbı olan da, okumakdan ve anlamakdan âcizdir. Çünki, bu bilgiyi anlamak güçdür. Hâlbuki, abdest, nemâz, Kur’ân-ı kerîm, oruc, i’tikâf, hac, bâlig olmak, evlenmek, boşanmak, kadının iddet zemânı ve istibrâ ve dahâ nice din işleri için, kan bilgilerini öğrenmek lâzımdır. Bu bilgiyi iyi anlıyabilmek için, ömrümün yarısını harc etdim. Öğrendiklerimi, din kardeşlerime kısa ve açık olarak anlatmağa çalışacağım: (Hayz), sekiz yaşını doldurmuş sıhhatli bir kızın veyâ âdet zemânı son dakîkasından tam temizlik geçmiş olan kadının önünden çıkan ve en az üç gün devâm eden kana denir. Buna (Sahîh kan) da denir. Âdet zemânından sonra başlıyan onbeş veyâ dahâ ziyâde gün içinde hiç kan görülmezse ve öncesi ve sonrası hayz günleri olursa, bu temiz günlere (Sahîh temizlik) denir. Onbeş veyâ dahâ ziyâde temiz günden önce veyâ sonra veyâ iki sahîh temizlik arasında fâsid kan günleri bulunursa, bu günlerin hepsine (Hükmî temizlik) veyâ (Fâsid temizlik) denir. Kan görülmiyen onbeş günden az günlere de (Fâsid temizlik) denir. Sahîh temizliğe ve hükmî temizliğe (Tam temizlik) denir. Tam temizlikden önce ve
– 221 –
sonra görülüp üç gün devâm eden kanlar iki ayrı hayz olurlar.Beyâzdan başka her renge ve bulanık olana hayz kanı denir. Bir kız, hayz görmeye başlayınca (bâliga) olur. Ya’nî kadın olur. Kan görüldüğü andan, kesildiği güne kadar olan günlerin sayısına (Âdet zemânı) denir. Âdet zemânı en çok on gündür. En az üç gündür. Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde, en çoğu onbeş, en azı bir gündür. Hayz kanının durmadan hep akması lâzım değildir. İlk görülen kan kesilip, birkaç gün sonra tekrâr görülürse, aradaki üç günden az olan temizlik, sözbirliği ile hep akdı kabûl edilir. Üç gün ve dahâ çok süren temizlik, hayzın onuncu gününden önce biterse, imâm-ı Muhammedin “rahime-hullahü teâlâ” imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden “rahime-hullahü teâlâ” rivâyet etdiğine göre, on gün içinde hep akdı kabûl edilir. İmâm-ı Muhammedin bildirdiği başka bir rivâyet de vardır. İmâm-ı Ebû Yûsüfe “rahime-hullahü teâlâ” göre ise, onbeşinci günden önce biten bütün temizlik günlerinde hep akdı kabûl edilir. Bir kız, bir gün kan, sonra ondört gün temizlik, sonra bir gün kan görse ve bir kadın, bir gün kan, on gün temizlik ve bir gün kan görse, veyâ üç gün kan, beş gün temizlik ve bir gün kan görse, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre, kızın ilk on günü hayz olur. Birinci kadının âdet günü kadarı hayz olup sonraki günlerin hepsi istihâza olur. İkinci kadında, dokuz günün hepsi hayz olur. İmâm-ı Muhammedin “rahime-hullahü teâlâ” birinci rivâyetine göre, yalnız ikinci kadının dokuz günü hayz olur. İmâm-ı Muhammedin ikinci rivâyetine göre, yalnız ikinci kadının ilk üç günü hayz olup, diğerleri hayz olmazlar. Biz, kitâbımızı (Mülteka)dan terceme ederek, aşağıdaki bilgilerin hepsini, imâm-ı Muhammedin birinci rivâyetine göre yazdık. Bir gün, tam yirmidört sâat demekdir. Evlenmemiş (Bâkire) kadınların, yalnız hayz zemânında, evli olanların ise her zemân, fercin ağzına (Kürsüf) denilen bez veyâ pamuk koymaları ve buna koku sürmeleri müstehabdır. Kürsüfün hepsini fercin içine sokmaları mekrûhdur. Kürsüf üzerinde, aylarca, hergün kan lekesi gören kız, ilk on gün hayzlı, sonra yirmi gün istihâzalı kabûl edilir. (İstimrâr) denilen bu kan kesilinceye kadar, hep böyle devâm eder. Bir kız, üç gün kan görüp, bir gün görmese, sonra bir gün görse, iki gün görmese, bir gün dahâ görüp bir gün görmese, yine bir gün görse, bu on günün hepsi hayz olur. Her ay, bir gün kan görse, bir gün görmese, böyle on gün birer gün görüp görmese, gördüğü günlerde nemâzı ve orucu terk eder. Ertesi günlerde gusl abdesti alıp nemâzlarını kılar [Mesâil-i şerh-i vikâye]. Üç günden, ya’nî yetmişiki
– 222 –
sâatden, beş dakîka bile az olan ve yeni başlıyan için on günden çok sürünce, onuncu günden sonra ve yeni olmıyanlarda âdetden çok olup, on günü de aşınca, âdetden sonraki günlerde gelmiş olan ve hâmile ve âyise [ihtiyâr] kadınlardan ve dokuz yaşından küçük kızlardan gelen kanlar, hayz olmaz. Buna (İstihâza) veyâ (Fâsid kan) denir. Kadın ellibeş yaşlarında (Âyise) olur. Âdeti beş gün olan, güneşin yarısı doğunca kan görüp, onbirinci sabâhı güneşin üçde ikisi doğarken kan kesilse, ya’nî on günü birkaç dakîka aşmış olsa, âdet zemânı olan beş günden sonra gelenler, istihâza olur. Çünki, güneşin doğma zemânının altıda biri kadar, on günü ve on geceyi aşmışdır. On gün temâm olunca gusl edip, âdetden sonraki günlerde kılmadığı nemâzları kazâ eder. İstihâza günlerindeki kadın, idrârını tutamıyan veyâ devâmlı burnu kanayan kimse gibi, özr sâhibi olur. Nemâz kılması ve oruc tutması lâzım olur ve kan gelirken dahî vaty câiz olur. İmâm-ı Muhammedin bir kavline göre, bir kız, ömründe ilk olarak, bir gün kan görse, sonra sekiz gün görmese ve onuncu gün yine görse, on günün hepsi hayz olur. Fekat, birgün görse, dokuz gün görmese, onbirinci günü yine görse, hiçbiri hayz olmaz. Kan görülen iki gün istihâza olur. Çünki, onuncu günden sonra görülen kandan önce temizlik günlerinin, hayz sayılmıyacağı yukarıda bildirilmişdi. Onuncu ve onbirinci günleri kan görürse, aradaki temizlikler de hayz sayılarak, on günü hayz, onbirinci günü istihâza olur. İstihâza kanı hastalık alâmetidir. Uzun zemân akması, tehlükeli olur. Tabîbe mürâceat etmek lâzım olur. Kardeş kanı (Sangdragon) denilen kırmızı sakızı top edip sabâh, akşam birer gram su ile yutulursa, kanı keser. Günde beş gram alınabilir. Bir kadının hayz ve temizlik zemânı çok def’a, her ay aynı gün sayısında olur. Burada bir ay demek, bir hayz başından, ikinci hayz başına kadar geçen zemân demekdir. Her kadının kendi hayz ve temizlik gün sayılarını ve sâatlerini, ya’nî âdetlerini ezberlemesi lâzımdır. Âdetleri çok sene değişmez. Değişirse, yeni âdetlerini, ya’nî yeni hayz ve temizlik günlerini ezberlemelidir. Âdetin değişmesini (Menhel) kitâbı şöyle bildirmekdedir: Kadın bir önceki âdetinin zemânına ve sayısına uygun kan görürse, hayzın değişmediği anlaşılır. Uygun olmazsa âdetin değişdiği anlaşılır ki, bunun çeşidleri, aşağıda bildirilmişdir. Bir kerre uygun olmayınca, âdet değişdi kabûl edilir. Fetvâ da böyledir. Âdeti beş gün olan, sahîh temizlikden sonra altı gün kan görürse, bu altı gün yeni hayz olur ve yeni âdeti olur. Temizlik gün sayısı da bir def’ada değişir. Bu değişince, âdetin zemânı değişmiş olur. Âdeti beş gün kan ve yirmibeş gün
– 223 –
temizlik iken, zemânında üç gün kan ve yirmibeş gün temizlik olsa yâhud beş gün kan ve yirmiüç gün temizlik olsa, birincisinde kan, ikincisinde temizlik sayısı değişmiş olur. Bunun gibi, on günü aşarak fâsid olan kan olursa ve bunun sondan üç veyâ dahâ çok günü önceki âdeti olan günlerine rastlar ve önceki âdetinin kalan son kısmı yeni sahîh temizliğe rastlarsa, âdeti olan günlere rastlıyan günler, yeni âdeti olur. Âdeti değişmiş olur. Âdeti beş gün iken temizlik sayısı bitmeden yedi gün önce kan başlasa ve onbir gün devâm etse, bu kan, on günü aşdığı için, fâsid kandır. Bunun üç günden fazlası, ya’nî dört günü, önceki âdet günleri içinde bulunmakda, önceki âdetin artan bir günü, yeni sahîh temizlik içinde bulunmakdadır. Âdet zemânı değişmemiş, sayısı dört olmuşdur. Bu iki şeklde âdetin değişmesini dahâ açıklıyalım: Evvelki sayısından farklı olan sonraki kan günleri, on günden fazla olur ve bunun üç veyâ dahâ fazla günü, önceki âdet günleri içinde bulunmazsa, âdetin zemânı değişir. Sayısı değişmeyip ilk görüldüğü günden başlar. Âdeti beş gün olan kadın, sonraki ayda bu beş günde hiç kan görmeyip veyâ başdan üç gününde görmeyip, sonra onbir gün görse, ilk görülen günden başlıyarak hayzı beş gün olup, zemânı değişmiş olur. Üç veyâ dahâ fazla kan günleri, önceki âdet günleri içinde bulunursa, yalnız bu günleri hayz olup, kalanı istihâza olur. Âdetinden beş gün önce kan görse, âdeti zemânında görmese ve âdetinden sonra bir gün görse, aradaki beş temiz gün, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre, hayz olup âdeti değişmez. Âdetinin son üç günü ve sonra sekiz gün kan görse, bunun ilk üç günü hayz olup, sayısı değişmiş olur. Sonraki kan günleri on günü geçmezse ve sonra sahîh temizlik olursa hepsi hayz olur. Sonraki temizlik fâsid ise, âdeti değişmez. Âdeti beş gün iken, altı gün kan, sonra ondört gün temizlik ve bir gün kan görse, âdeti değişmez. Yukarıda bildirilenlerin iyi anlaşılması için, âdeti beş gün hayz ve ellibeş gün temizlik olan kadın üzerinde onbir misâl verelim: 1- Bu kadın beş gün hayz ve onbeş gün temizlik ve onbir gün kan görürse, âdet kanı ellibeş gün sonra olduğu için, önceki âdeti içine kan rastlamaz. Âdetin zemânı değişip, sayısı değişmez. Onbir günün ilk beşi de hayz olur. 2- Beş kan, kırkaltı temizlik ve onbir kan olursa, onbir günün son ikisi, önceki âdet zemânı içinde ise de, üçden az olduğundan, âdetin sayısı değişmez. Yalnız zemânı değişir. 3- Beş kan, kırksekiz temizlik, oniki kan olsa, oniki günün yedisi temizlik ve beşi âdet içinde olup, hiç değişiklik olmaz.
– 224 –
4- Beş kan, ellidört temizlik, bir kan, ondört temizlik, bir kan olsa, ortadaki bir kan günü, temizliğin son günü olur. Ondört gün, nâkıs temizlik olduğundan, kan günleri olur, bunun başdan beş günü hayz olur. Âdetin zemânı ve sayısı değişmez. 5- Beş kan, elliyedi temizlik, üç kan, ondört temizlik, bir kan olsa, üç kan, âdet zemânındadır. Bundan sonraki ondört gün, kan sayılıp onbir günü aşdığı için, âdetin yalnız sayısı değişir. 6- Beş kan, ellibeş temizlik, dokuz kan olsa, dokuz günden sonra sahîh temizlik olursa, dokuz gün hayz olur. Yalnız sayı değişir. Âdet zemânında da, sonra da üç günden fazla vardır. 7- Beş kan, elli temizlik, on kan olsa, on gün hayzdır. Temizlik âdeti elli olmuşdur. Kan günleri, âdeti zemânında ve sayısındadır. 8- Beş kan, ellidört temizlik, sekiz kan olsa, sekiz gün hayz olup, üç günden fazlası âdet içindedir. Hayz ve temizlik sayıları bir gün değişmişdir. 9- Beş kan, elli temizlik, yedi kan olsa, yedi gün hayz olup, bundan nisâb mikdârı âdetden önce, üç günden azı âdetin içindedir. Hayzın zemânı ve adedi, temizliğin yalnız adedi değişmişdir. 10- Beş kan, ellisekiz temizlik, üç kan olsa, üç gün yine hayz olup, bundan iki gün, âdet günleri içinde, birisi ise sonradır. Hayzın adedi ve zemânı, temizliğin adedi değişmişdir. 11- Beş kan, altmışdört temizlik, yedi veyâ onbir kan olsa, birincisinde yedi gün hayz olup, aded ve zemân değişmişdir. İkinci hâlde, onbir günün başından beş günü hayz olup, altı günü istihâza olur. Âdetin yalnız zemânı değişir. Adedi, on günü aşdığı için değişmez. Temizlik âdetinin sayısı değişir. İmâm-ı Fahruddîn Osmân Zeyla’î “rahime-hullahü teâlâ” (Tebyîn-ül-hakâık) kitâbında ve Ahmed Şilbînin “rahime-hullahü teâlâ” hâşiyesinde diyor ki, (Âdetinden bir gün önce kan, on gün temizlik, bir gün kan görse, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahime-hullahü teâlâ”, kan görmediği on gün ile hayz başlayıp âdeti kadar devâm eder. Yeni hayzın ilk ve son günleri kansız olmakdadır. Çünki âdetden önce ve on günden sonra kan görülmüş olup, aradaki fâsid temizlik kan sayılmakdadır. İmâm-ı Muhammede göre “rahime-hullahü teâlâ”, bunun hiçbir günü hayz olmaz. Âdeti beş gün kan ve yirmibeş gün temizlik olan kadın: 1- Bir gün evvel kanlı, bir gün temiz olsa, sonra kan istimrâr etse ve on günü aşsa, Ebû Yûsüfe göre, beş gün âdeti hayz olur. Önceki ve sonraki günler istihâza olur.
– 225 –
İmâm-ı Muhammede göre, âdetine rastlıyan üç kanlı gün hayz olur. Bunlar da, âdetinin ikinci, üçüncü ve dördüncü günleridir. Çünki, âdetinin birinci günü kan görmemişdir. Gördüğü günlerin beşinci günü ise, âdetin dışındadır. 2- Âdetinin birinci günü kan görse, sonra bir gün temizlik, sonra kan istimrâr ederek on günü aşsa, sözbirliği ile, beş gün âdeti hayz olur. Çünki ilk ve son günleri kanlıdır. 3- Âdetinin ilk üç günü kan görse, diğer iki günü temiz olsa, sonra istimrâr ederek on günü aşsa, Ebû Yûsüfe göre, âdeti olan beş gün hayzdır. İmâm-ı Muhammede göre, âdetinin ilk üç günü hayzdır. Çünki, imâm-ı Muhammede göre, hayzın ilk ve son günlerinin kanlı olması lâzımdır). (Bahr)de ve (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (Kan, âdet zemânını aşıp, on günden önce kesilince, kesildikden sonra, onbeş gün içinde hiç gelmezse, aşırı geldiği günlerin hayz olacağı sözbirliği ile bildirildi. Bu takdîrde âdet günü değişmiş olur. Onbeş gün ve gece içinde bir kerre kan gelirse, âdetini aşmış olanlar hayz olmaz, istihâza olur. İstihâza oldukları anlaşılınca, o günlerde kılmadığı nemâzları kazâ eder). Âdetden sonra ve on günden önce kesildiği nemâz vaktinin sonu yaklaşıncaya kadar beklemesi müstehab olur. Sonra gusl edip, o vaktin nemâzını kılar. Sonra vaty câiz olur. Beklerken, guslü ve nemâzı kaçırırsa, nemâz vakti çıkınca, guslsüz vaty câiz olur. Kızda ilk olarak ve kadında âdetinden onbeş gün sonra görülen kan üç günden önce kesilince, nemâz vaktinin sonu yaklaşıncıya kadar bekler. Sonra, gusl etmeden yalnız abdest alıp, o nemâzı kılar ve önce kılmadıklarını kazâ eder. O nemâzı kıldıkdan sonra kan yine gelirse, nemâz kılmaz. Yine kesilirse, vakt sonuna doğru yalnız abdest alıp, o nemâzı kılar ve kılmadıkları varsa kazâ eder. Üç gün temâm oluncıya kadar böyle yapar. Fekat gusl etse bile, vaty halâl olmaz. Kan gelmesi üç günü geçdi ise, âdetden önce kesilince, âdet zemânı geçinciye kadar, gusl etse bile, vaty halâl olmaz. Fekat nemâz vakti sonuna kadar kan lekesi görmezse, gusl edip o nemâzı kılar. Kılmadıklarını kazâ etmez. Oruc tutar. Kan kesildiği günden sonra, onbeş gün hiç gelmezse, kesildiği gün, yeni âdetinin sonu olur. Fekat, kan yine başlarsa, nemâzı bırakır. Tutmuş olduğu orucu Ramezândan sonra kazâ eder. Kan durursa yine nemâz vaktinin sonuna yakın gusl edip, nemâzını kılar. Oruc tutar. On güne kadar böyle devâm eder. On günden sonra, kan görse de tekrâr gusl etmeden kılar ve
– 226 –
guslden önce vaty halâl olur. Fekat vatyden önce gusl abdesti almak müstehab olur. Fecr doğmadan önce kan kesilse, fecrin doğmasına, yalnız gusl abdesti alıp elbisesini giyecek kadar zemân olur da, Allahü ekber diyecek kadar fazla zemân kalmazsa, o günün orucunu tutar. Fekat, yatsıyı kazâ etmesi lâzım olmaz. Tekbîri söyliyecek kadar da zemân olursa, yatsıyı kazâ etmesi de lâzım olur. İftârdan önce hayz başlarsa, orucu bozulur. Ramezândan sonra kazâ eder. Nemâz içinde hayz başlarsa, nemâzı bozulur. Temizlenince farz nemâzı kazâ etmez. Nâfileyi kazâ eder. Fecr doğdukdan sonra, uyanınca kürsüfünde kan görse, o anda hayzlı olur. Uyanınca kürsüfünü temiz gören, yatarken hayzdan kurtulmuşdur. İkisine de yatsıyı kılmak farzdır. Çünki, nemâzın farz olması, vaktinin son dakîkasında temiz olmağa bağlıdır. Vakt nemâzını kılmadan önce hayz gören, bu nemâzı kazâ etmez. İki hayz arasında (Tam temizlik) bulunması lâzımdır. Bu tam temizlik, (Sahîh temizlik) ise, önceki ve sonraki kanların başka iki hayz olacakları, sözbirliği ile bildirildi. On günlük hayz müddeti içinde, kan görülen günler arasında bulunan temizlik günleri hayz kabûl edilmekde, on günden sonraki istihâzalı günler ise, temiz kabûl edilmekdedir. Bir kız üç gün kan görüp, sonra onbeş gün kesilse, sonra bir gün kan, sonra bir gün temizlik, sonra üç gün kan görse, kan görülen ilk ve son üç günler, iki ayrı hayz olurlar. Çünki, âdeti üç gün olacağından, ikinci hayz, aradaki bir günlük kandan başlıyamaz. Bu bir gün, önündeki tam temizliği fâsid yapar. Molla Husrev “rahime-hullahü teâlâ”, (Gurer)inin şerhinde diyor ki, (Bir kız, bir gün kan, ondört gün temizlik, bir gün kan, sekiz gün temizlik, bir gün kan, yedi gün temizlik, iki gün kan, üç gün temizlik, bir gün kan, üç gün temizlik, bir gün kan, iki gün temizlik, bir gün kan görse, imâm-ı Muhammede göre “rahime-hullahü teâlâ”, bu kırkbeş günden yalnız, ondört günden sonra olan, on gün hayz olup, diğerleri istihâza olur). Çünki, bu on günden sonra tam temizlik olmadığı için, yeni hayz başlamaz. Sonraki temiz günler, hayz zemânında olmadıkları için, hep akdı kabûl edilmez. (İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahime-hullahü teâlâ” ise, ilk on gün ve iki tarafı temizlik olan dördüncü on gün hayz olurlar). Çünki, sonraki fâsid temizlik günleri, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre, hep akdı kabûl edilir. Aşağıdaki birinci maddeye göre, on gün hayzdan sonra, yirmi gün temizlik, sonra on gün [dördüncü on gün] hayz olur. Onbeş gün içinde hiç temiz gün olmadan, kan (İstimrâr) ederse, âdetine göre hesâb olunur. Ya’nî, âdetinden sonra başlıyarak bir
– 227 –
evvelki ay içindeki temizlik günü kadar temizlik ve sonra âdeti kadar hayz kabûl edilir. İstimrâr kızda olursa (Menhel-ül-vâridîn) risâlesinde, bunun dört dürlü olduğu bildirilmekdedir: 1- Görülen kan istimrâr ederse, ilk on gün hayz, sonra yirmi gün temiz kabûl edilir. 2- Kız, sahîh kan ve sahîh temizlik gördükden sonra istimrâr ederse, bu kız, âdeti belli olan kadın olur. Meselâ beş gün kan görse, sonra kırk gün temiz olsa, istimrâr başından beş gün hayz, sonra kırk gün temiz kabûl edilir. Kan kesilinceye kadar böyle devâm eder. 3- Fâsid kan ve fâsid temizlik görürse, ikisi de âdet kabûl edilmez. Temizlik, onbeş günden az olduğu için fâsid ise, ilk görülen kan istimrâr etmiş gibi kabûl edilir. Onbir gün kan ve ondört gün temiz olsa, sonra istimrâr etse, birinci kan, on günü aşdığı için fâsiddir. Onbirinci ve istimrârın ilk beş kan günleri temizlik günleri olup, bu beşinci günden sonra, on gün hayz, yirmi gün temizlik olmak üzere devâm eder. Temizlik tam olup, kanlı gün karışdığı için fâsid ise, böyle fâsid temizlik ile kan günleri toplamı otuzu geçmezse, yine ilk kan istimrâr etmiş gibi kabûl edilir. Onbir gün kan ve onbeş gün temizlikden sonra istimrâr etmesi böyledir. Onaltı günün ilk günü kanlı olduğu için, fâsid temizlikdir. İstimrârın ilk dört günleri temizlik olur. Toplamları otuzu aşar ise, ilk on gün hayz olup, sonra istimrâra kadar olan günlerin hepsi temiz kabûl edilip, istimrârdan sonra on gün hayz, yirmi gün temiz olarak devâm eder. Onbir gün kan, sonra yirmi gün temizlikden sonra istimrâr etmek böyledir. 4- Sahîh kan ve fâsid temizlik görürse, sahîh kan günleri âdet olur. Sonra otuz güne kadar temizlik kabûl edilir. Meselâ, beş gün kan ve ondört gün temizlikden sonra istimrâr etse, ilk beş gün kan ve bundan sonra yirmibeş gün temiz olur. Bu yirmibeş günü temâmlamak için, istimrârın ilk onbir günü temiz kabûl edilir. Bundan sonra, beş günü hayz, yirmibeş günü temiz olarak devâm edilir. Bunun gibi, üç gün kan, onbeş gün temizlik, bir gün kan ve sonra onbeş gün temizlikden sonra istimrâr etse, ilk üç gün sahîh kan ve sonra istimrâra kadar olan günlerin hepsi fâsid temizlik olup, üç gün hayz, sonra otuzbir gün temiz olur. İstimrâr zemânında ise; üç gün hayz, sonra yirmiyedi gün temiz olarak devâm eder. İkinci temizlik ondört gün olsaydı, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre hep akdı kabûl edileceğinden, bunun ilk iki günü de hayz, sonra onbeş gün temizlik olmak üzere devâm edilir. Çünki ilk üç gün kan ve onbeş gün temizlik sahîh olduklarından âdet
– 228 –
kabûl olunurlar. Âdet zemânını unutan kadına (Muhayyire) veyâ (Dâlle) denir. (Nifâs), lohusa demekdir. Elleri, ayakları, başı belli olan düşükde gelen kan da nifâsdır. Nifâs zemânının azı yokdur. Kan kesildiği zemân, gusl edip nemâza başlar. Fekat, âdeti kadar gün geçmeden, cimâ’ edemez. En çok zemânı kırk gündür. Kırk gün temâm olunca, kan kesilmese de, gusl edip, nemâza başlar. Kırk günden sonra gelen kan, istihâza olur. Birinci çocuğunda, yirmibeş günde temizlenen kadının âdeti, yirmibeş gün olur. Bu kadının ikinci çocuğunda kan, kırkbeş gün gelse, nifâsı yirmibeş gün sayılıp, yirmi günü istihâza olur. Yirmi günlük nemâzlarını kazâ eder. O hâlde nifâs gününü de ezberlemek lâzımdır. İkinci çocukda kan, kırk günden önce, meselâ otuzbeş günde kesilirse, bunun hepsi nifâs olur ve âdeti yirmibeş günden, otuzbeş güne değişmiş olur. Ramezânda, sahûrdan [ya’nî fecrden] sonra, hayzdan veyâ nifâsdan kesilen o gün yimez, içmez. Fekat, o günü kazâ eder. Hayz ve nifâs sahûrdan sonra başlarsa ikindiden sonra da olsa, o gün yiyip, içer. Hayz ve nifâs günlerinde nemâz, oruc, câmi’ içine girmek, Kur’ân-ı kerîmi okumak ve tutmak, tavâf, cimâ’, dört mezhebde de harâm olur. Orucları kazâ eder. Nemâzları kazâ etmez. Nemâzları afv olur. Her nemâz vaktinde abdest alıp, seccâdesi üzerinde, o nemâzı kılacak kadar zemân oturup zikr, tesbîh ederse, en iyi kılmış olduğu bir nemâzın sevâbını kazanır. (Cevhere) kitâbında buyuruyor ki, (Kadının, hayz başladığını kocasına bildirmesi lâzımdır. Kocası sorunca bildirmezse, büyük günâh olur. Temiz iken, hayz başladı demesi de, büyük günâhdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hayzın başladığını ve bitdiğini kocasından saklayan kadın mel’ûndur) buyurdu. Hayz hâlinde de, temiz iken de kadına dübüründen yaklaşmak harâmdır. Büyük günâhdır). Zevcesine böyle yapan, mel’ûndur. Puştluk, ya’nî oğlan kirletmek dahâ büyük günâhdır. Buna (Livâta) denir. Enbiyâ sûresinde livâtaya (Habîs işdir) buyuruyor. Kâdî-zâdenin, (Birgivî) şerhinde, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Lût kavmi gibi livâta yapanları, suç üstü yakalarsanız, ikisini de öldürünüz!) buyurdu. Ba’zı âlimler, ikisini de yakmalıdır dedi. Livâta yapınca, ikisi de cünüb olur. İhtikan yapınca, cünüb olmaz ise de, orucu bozulur (Feyziyye).] Vakt içinde, nemâz kılmadan evvel, kadın hayzını görse, o vaktin nemâzını kaza etmek lâzım değildir. [(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında gusl bahsini okuyunuz!]
– 229 –
ABDEST BAHSİ

       Abdestin farzları hanefîde dört, mâlikîde yedi, şâfi’îde ve hanbelîde altıdır. Hanefîde: 1- Yüzünü yıkamak. 2- Kolları dirsekleri ile birlikde yıkamak. 3- Başının dört bölükden bir bölümüne mesh etmek. 4- Ayaklarını topuk kemikleri ile birlikde yıkamak. Ve dahî, abdest dört nev’dir: Biri farz, biri vâcib, biri sünnet, biri mendûbdur. Farz olanı, dörtdür: Mushaf-ı şerîfi tutabilmek için ve beş vakt nemâz kılmak için ve cenâze nemâzı kılmak için ve tilâvet secdesi etmek için abdest almak. Vâcib olanı: Ziyâret tavâfı etmek için abdest almak. Sünnet olan: Ezberden Kur’ân okumak için ve kabristân ziyâreti için ve guslden evvel abdest almak. Mendûb olanı, uykuya yatdıkda ve uykudan kalkdıkda, yalan ve gîbet söyledikde ve şehveti tahrik edici çalgı dinledikde bu şeylere tevbe ve istigfâr edip, abdest almak mendûbdur. Ve dahî, ilm meclisine giderken abdestli gitmek ve abdest aldıkdan sonra, abdestsiz câiz olmayan bir işi işlediyse [Meselâ nemâz kıldıysa] abdestli iken, tekrâr abdest almak mendûbdur. Eğer işlemediyse, abdestli iken abdest almak mekrûhdur.

– 230 –
ABDESTİN ŞARTLARI
SULARA DÂİR
       Sular dört nev’dir: Mâ-i mutlak, mâ-i mukayyed, mâ-i meşkük, mâ-i müsta’mel.
       1- Mâ-i mutlak, yağmur suyu, deniz suyu, akar pınar suyu ve kuyu suyu. Bu sular, murdar olanı pâk eder. Ne işlesen olur.
       2- Mâ-i mukayyed, kavun suyu, karpuz suyu, asma suyu, çiçek suyu ve bunların benzerleri. Bu sular, murdarı pâk eder, ammâ abdest ve gusl için kullanılmaz.
       3- Mâ-i meşkük, himârın ve anası himâr olan katırın içdiği suyun artığına derler. Bu su ile, hem abdest ve hem gusl câiz olur. Her hangisini evvel ederse, eder, muhayyerdir.
       4- Mâ-i müsta’mel, yere düşen midir, yoksa bedenden ayrılan mıdır? Bunda ihtilâf vardır. Esah olanı bedenden ayrılandır. Ve bunda dahî, üç kavl vardır.
– 230 –
İmâm-ı a’zama göre “rahime-hullahü teâlâ” necâset-i galîzadır. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahime-hullahü teâlâ”, necâset-i hafîfedir. İmâm-ı Muhammede göre “rahimehullahü teâlâ”, pâkdır. Esah olan da budur.
       Abdestin vücûbünün şartı dokuzdur:
       1- Müslimân ola.
       2- Bâliğ ola.
       3- Aklı ola.
       4- Abdestsiz ola.
       5- Abdest suyu pâk ola.
      6- Abdest almağa kudreti ola.
       7- Hayzlı olmaya.
       8- Nifâs üzere olmaya.
       9- Her nemâzın vakti -içinde- ola. [Bu dokuzuncu, özr sâhibine göredir.]
ABDESTİN SÜNNETLERİ: Yirmibeş kadar beyân olunur.
       1- E’ûzü okumak.
       2- Besmele okumak.        3- Ellerini yıkamak.
       4- Parmakların arasını hilâllamak.
       5- Ağzına su vermek.
       6- Burnuna su vermek.
       7- Niyyet etmek. Hanefîde yüzü yıkarken niyyet etmek farz değildir, sünnetdir. Şâfi’îde farzdır. Mâlikîde elleri yıkarken farzdır.
       8- Kıbleye dönmek.
       9- Sakalını hilâllamak, [eğer sık ise].
       10- Sakalını mesh etmek.
       11- Sağ yanından başlamak.
       12- Sol elinin küçük parmağı ile, sağ ayağının küçük parmağının altından başlıyarak, sırayla parmaklarının arasını hilâllamak. >       13- Başına -kaplıyarak- mesh etmek.
       14- Başından artan su ile, kulaklarına ve boynuna mesh etmek.
       15- Tertîbe riâyet etmek.
       16- Arasını kesmeyip, birbirine ulaşdırmak.
       17- Başına mesh verdiği vakt, önünden başlamak.
       18- Misvâk kullanmak.
       19- Gözünün kenârına ve kaşına suyu ulaşdırmak.
       20- Delk, yıkanan yerleri oğmak.
– 231 –

       21- Abdestini yüksecik bir yerde durarak almak.
       22- Abdest a’zalarını üç kerre yıkamak.
       23- Abdest aldıkdan sonra ibriği doldurmak.
       24- Abdest alırken, dünyâ kelâmı söylememek.
       25- Dâimâ bu niyyet üzerine olmak.

MİSVÂK KULLANMA BAHSİ
MİSVÂK KULLANMA BAHSİ

       Ve dahî, misvâk kullanmanın onbeş fâidesi vardır. Bunlar, (Sirâcül-vehhâc)dan alınarak, aşağıda bildirilmişdir.

       1- Ölürken, şehâdet kelimesini söylemeğe sebeb olur.

       2- Dişlerin etlerini pekişdirir.

       3- Balgamı giderir.

       4- Safrayı keser.

       5- Ağız ağrısını giderir.

       6- Ağız kokusunu giderir.

       7- Allahü teâlâ ondan râzı olur.

       8- Baş damarlarını kuvvetlendirir.

       9- Şeytân gamlanır.

       10- Gözleri nûrlanır.

       11- Hayrı ve hasenâtı çok olur.

       12- Sünnet ile amel etmiş olur.

       13- Ağzı pâk olur.

       14- Fasîh-ul-lisân olur.

       15- Misvâklı kılınan iki rek’at nemâzın sevâbı, misvâksız olarak kılınan yetmiş rek’at nemâzın sevâbından dahâ çok olur.

ABDESTİN MÜSTEHABLARI:

       Altısı şunlardır:

       1- Kalble yapılan niyyeti dil ile söylememek.

       2- Kulağından artan su ile boynuna mesh etmek.

       3- Ayaklarını kıbleye karşı yıkamamak.

       4- Mümkin olursa, abdestden artan suyu, kıbleye karşı ayak üzere içmek.

       5- Abdestden sonra şalvarına biraz su serpmek.

       6- Pâk ve temiz bir peşkirle silinmek. İbni Âbidîn abdesti bozanlarda diyor ki, (Kendi mezhebinde mekrûh olmıyan birşey, başka mezhebde farz ise, bunu yapmak müstehabdır). İmâm-ı Rabbânî, 286. cı mektûbda diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, abdest a’zâsını uğmak farz olduğu için, muhakkak uğmalıyız).

– 232 –
İbni Âbidîn, ric’î talâkı anlatırken diyor ki, (Hanefî mezhebinde olanın, mâlikî mezhebini taklîd etmesi evlâdır. Çünki, imâm-ı Mâlik, İmâm-ı a’zamın talebesi gibidir. Bir mes’elede, hanefî mezhebinde, bir kavl bulunmadığı zemân, hanefî âlimleri, mâlikî mezhebine göre fetvâ vermişlerdir. Mezhebler içinde, hanefîye en yakın olanı, mâlikî mezhebidir.)

ABDESTİN MEKRÛHLARI:

       Onsekizi şunlardır:

       1- Yüzüne -suyu- pek vurmak.

       2- Abdest aldığı suya üflemek.

       3- Üçden eksik yıkamak.

       4- Üçden ziyâde yıkamak.

       5- Abdest aldığı suya tükürmek.

       6- Suyun içine sümkürmek.

       7- Gargara yaparken buğazına su kaçırmak.

       8- Arkasını kıbleye dönmek.

       9- Gözünü yummak.

       10- Gözünü pek açmak.

       11- Soldan başlamak.

       12- Sağ eliyle sümkürmek.

       13- Sol eliyle ağzına su vermek.

       14- Sol eli ile burnuna su vermek.

       15- Ayağını yere vurmak.

       16- Güneşde ısınmış su ile abdest almak.

       17- Mâ-i müsta’melden sakınmamak.

       18- Dünyâ kelâmı söylemek.

ABDESTİ BOZAN ŞEYLER:

       Bu makamda yirmidört kadar beyân olunur:

       1- Ardından çıkanlar.

       2- Önünden çıkanlar.

       3- Kurd ve ufak taş gibiler önden veyâ arkadan çıksa.

       4- İhtikan etdirmek.

       5- Kadınlar, doğum yerine akıtdığı ilâc, geri gelse.

       6- Bir kimse, kulağına akıtdığı ilâc, ağzından çıksa bozar. [Kulağından veyâ burnundan çıksa bozmaz (Hindiyye).]

       7- Bir adam, bevl yoluna tıkadığı pamuk, ıslanıp düşmüş olsa, [Pamuğun bir kısmı dışarda kalıp dış kısmı kuru ise, düşmedikçe bozmaz.]

       8- Pamuk düşse ve dışarda kalan kısmı ıslanmış olsa.

       9- Ağız dolusu kusmak. Balgam kusmak, çok olsa da, bozmaz.

– 233 –

       Uyuyan kimsenin ağzından gelen su, sarı da olsa temizdir.

       10- Hastalık sebebi ile, gözünden yaş akmak bozar. Ağlamakla, soğan gibi şeylerin te’sîri ile akınca bozmaz.

       11- Burnundan gelen kan, cerâhat, sarı su, delikden dışarı çıkmasa da bozar. Sümük necs değildir. Bozmaz.

       12- Tükürdüğü tükrükde görülen kan fazla olursa.

       13- Bir şeyi ısırdığında, ısırdığı yerde kan olursa ve kan, ağzına, dişine bulaşmış ise, abdesti bozulur. Bulaşmadı ise, bozulmaz.

       14- Bir yerinde, kan çıkmış ve az da olsa dağılmış görmek, hanefîde bozar. Mâlikîde ve şâfi’îde bozmaz.

       15- Çıplak hayvân üzerinde, dalgın uyuyup, yokuş aşağı inse.

       16- Abdest aldım mı, almadım mı diye şek edip, zann-ı gâlibi, abdestsizlikde olsa.

       17- Erkekler, eşi ile çıplak iken kucaklaşsa.

       18- Abdest a’zalarından birini yıkamağı unutmuş, hangisini bilememiş olsa.

       19- Bir yerinde bulunan kabarcıkdan, kendiliğinden veyâ sıkınca cerâhat, kan ve sarı su dışarı çıksa.

       20- Bir yerinde yarası var imiş, orta yerine sarı su, kan, cerâhat gibi necs sıvı birikmiş, sağlam yerine veyâ üstündeki pamuğa, sargıya bulaşmışsa bozulur. Yaradan, çıbandan çıkan renksiz su abdesti bozmaz denildi. Uyuz, çiçek [ve ekzema]lı olanların bu kavle uymaları câiz olur.

       21- Bir yere dayanmış uyumuş, dayandığı şey alınsa, düşecek gibi olursa.

       22- Rükû’ ve sücûdü olan nemâzlarda, kendi ve yanındaki işitecek kadar gülmek. Eğer yalnız kendi işitecek kadar gülerse, yalnız nemâzı fâsid olur, abdesti bozulmaz.

       23- Sar’ası tutsa, yâhud bayılsa.

       24- Kulakdan, cerâhat, sarı su, kan gelse ve guslde yıkaması lâzım gelen yere dek inerse.
       Hamamda yıkanmağı, Avrupalı bizden öğrendi.
       Bundan önce, pis kokudan, evlerine girilemezdi.
       Temizliği dünyâya müslimânlar yaydı.
       İnsanları, böylece, büyük düşmandan kurtardı.

– 234 –
ABDESTİN DUALARI TEYEMMÜM
ABDEST DÜÂLARI

       Abdest almağa başlarken, (Bismillâhil-azîm velhamdü lil-lahi alâ dînil-islâmi ve alâ tevfîkıl-îmâni elhamdü lillahillezî ce’alelmâe tahûren ve ce’alel-islâme nûren) denir.
       Ağzına su verdikde, (Allahümmeskınî min havdi nebiyyike ke’sen lâ azmeü ba’dehü ebeden).
       Burnuna su verdikde, (Allahümme erihnî râyihatel-Cenneti verzuknî min naîmihâ velâ türihnî râyihaten-nâri).
       Yüzünü yıkadıkda, (Allahümme beyyıd vechî binûrike yevme tebyaddu vücûhü evliyâike velâ tüsevvid vechî bizünûbî yevme tesveddü vücûhü a’dâike).
       Sağ kolunu yıkadıkda, (Allahümme a’tınî kitâbî bi-yemîni ve hâsibnî hisâben yesîren).
       Sol kolunu yıkadıkda, (Allahümme lâ tü’tınî kitâbî bişimâlî velâ min verâî zahrî velâ tuhâsibnî hisâben şedîden).
       Başını mesh etdikde, (Allahümme harrim şa’rî ve beşerî alennâri ve ezıllenî tahte zılli Arşıke yevme lâ zılle illâ zıllüke).
       Kulaklarına mesh verdikde, (Allahümme-c’alnî minelle-zîne yestemi’ûnel-kavle fe-yettebi’ûne ahseneh).
       Boynuna mesh verdikde, (Allahümme a’tik rekabetî minennâri vahfaz mines-selâsili vel-ağlâl).
       Sağ ayağını yıkadıkda, (Allahümme sebbit kademeyye alessırâtı yevme tezillü fîhil-akdâm).
       Sol ayağını yıkadıkda, (Allahümme lâ tatrud kademeyye alessırâti yevme tatrudü küllü akdâmi a’dâike. Allahümmec’al sa’yî meşkûren ve zenbî magfûren ve amelî makbûlen ve ticâretî len’tebûre).
       Abdesti tekmil oldukdan sonra, (Allahümmec’alnî minettevvâbîne vec’alnî minel-mütetahhirîne vec’alnî min ibâdikes-sâlihîne vec’alnî minellezîne lâ havfün aleyhim velâ hüm yahzenûn).
       Ba’dehü semâya bakarak, (Sübhânekellahümme ve bihamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerîke leke ve enne Muhammeden abdüke ve resûlüke) okuya.
       Bundan sonra, bir veyâ iki, yâhud üç def’a, evvelinde (Besmele) okumak üzere (İnnâ enzelnâ) sûresini okuya.
       Ve dahî, ehl ve iyâline ve çocuklarına lâzım olan din bilgilerini öğrene ve öğrete ki, kıyâmetde, avretler erlerinden süâl olunurlar.
– 235 –
TEYEMMÜM BÂBI

       Hanefi mezhebinde, teyemmüm, vakt girmeden de sahîh olur. Diğer üç mezhebde olmaz. Teyemmümün farzları üçdür: Abdest almak için lâzım olan teyemmüm ile, gusl etmek için lâzım olan teyemmüm birbirinin aynıdır. Yalnız niyyetleri farklıdır. Bunun için, bu iki teyemmümden birisi diğeri yerine kullanılamaz.
       1- Niyyet etmek olup, bu şartdır.
       2- Ellerini pâk toprağa vurup, yüzüne kaplıyarak mesh etmek.
       3- Ellerini bir dahâ toprağa vurup, önce sol eliyle sağ kolunun ve sonra, sağ eliyle sol kolunun her tarafını mesh etmek, bunlar dahî, rükndür.
       Teyemmümün farz olduğuna delîl, Nisâ sûresinin kırküçüncü ve Mâide sûresinin altıncı âyet-i kerîmeleridir. Mâlikîde ve şâfi’îde teyemmüm, nemâz vaktinden evvel câiz değildir ve bir teyemmüm ile birden fazla farz kılınamaz.
       Altı şeyle teyemmüm yapmak câiz değildir. Meğer, o şeylerin üstlerinde toprak tozu buluna. O şeyler şunlardır: Demir, bakır, tunç, kalay, altın, gümüş ve bütün ma’denler. Sıcakda eriyen bu metallerden ve sıcakda yumuşayan camdan ve üzeri sırlanmış porselenden ma’da her şeyle, teyemmüm câizdir. Lâkin, toprak cinsinden olmak şartdır.
       Bir toprağa bevl edilmiş, sonra kurumuş olsa, orada nemâz kılınır. Ammâ o yerden teyemmüm olunmaz.
       Teyemmüm yapabilmek için, suyu aramak ve arayıp bulamamak ve bir müslimân ve âdil kimseye sormak ve o âdil dahî, sâlih olmak şartındandır. Teyemmümün şartları beşdir:
       1- Niyyet etmek. 2- Mesh etmek. 3- Teyemmüm etdiği şey, toprak cinsinden olmak. Toprak cinsinden olmazsa, üzerinde toprak tozu bulunmak lâzımdır. 4- Kullandığı yer cinsi şeyin veyâ tozun, pâk olması lâzımdır. 5- Suyun isti’mâline, hakîkaten veyâ hükmen kudreti olmamak. [Hastalıkdan sonra, kollardaki ve ayaklardaki hâlsizlik de özrdür. İhtiyârlardaki hâlsizlik de böyledir. Bunlar, nemâzlarını oturarak kılar.]
       Ve dahî, teyemmümün sünnetleri yedidir:
       1- Besmele okumak. 2- Ellerini pâk toprağa vurmak. 3- Ellerini, vurduğu şey üzerinde, bir kerre ileriye ve geriye çekmek. 4Parmaklarını açmak. 5- İki elini birbirlerine çarparak silkmek. 6Evvelâ yüzüne mesh etmek. 7- Kolların dirsekleri ile berâber her yerini mesh etmek.
– 236 –

       Su aramanın şartı dörtdür:
       1- Bulunduğu mahal ma’mûrluk ola.
       2- Suyun bulunduğu haber verilse.
       3- Suyun bulunduğuna, zann-ı gâlibi var ise.
       4- Korkulacak mahal değil ise.
       Bir kimse suyu bulsa, ammâ suyun bulunduğu mahal, bir mîlden ziyâde ise, teyemmüm câizdir. Bir mîlden eksik ise ve vakt geçmiyecek ise, teyemmüm etmek câiz değildir. [Bir mîl, dörtbin zrâ’, ya’nî Hanefî mezhebinde 0,48 x 4000 = 1920 metre yoldur.]
       Ve eğer, bir kimse suyu arasa ve bulamayınca teyemmüm edip nemâzı kıldıkdan sonra, suyu görse, nemâzını iâde eder mi, veyâ etmez mi? Bu, ihtilâflıdır. Esah olan, kılmış olduğu nemâzı iâde etmez. Bir kimse, ıslansa, ammâ abdest alacak su bulamasa ve teyemmüm edecek yer dahî bulamasa, bir parça çamuru kurutup, onunla teyemmüm eder. Birkaç kimse teyemmüm etmiş olsa, bunlardan yalnız birisi suyu görse, hepsinin teyemmümü bozulur.
       Ve dahî, bir kimse bir mikdâr su getirse, içinizden biriniz abdest alsın dese, cümlesinin teyemmümü fâsid olur. Ammâ cümleniz abdest alınız dese, hâlbuki getirilen su, yalnız bir kişiye kifâyet etse, hepsinin dahî, teyemmümü sahîh olur.
       Bir kimse cünüb olsa, bir yerde su bulamayıp, ancak câmi’de bulsa, gusl için, teyemmüm eder ve sonra suyu almak için câmi’e girer. Ammâ câmi’e girdiğinde, su bulamazsa, nemâz için, başka teyemmüm lâzım gelir.
       Bir kimse, câmi’ içinde otururken, ihtilâm olsa, teyemmüm eder ve sonra câmi’den çıkar.
       Bir kimsenin elleri kesik olsa, teyemmüm edebilir. Lâkin, o kimsenin istincâ edecek kimsesi var ise, ondan istincâ sâkıt olmaz. Eğer yok ise sâkıt olur.
       Ve eğer, hem elleri ve hem ayakları kesik olsa, Tarafeyne göre, nemâzı sâkıt olur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre, nemâzını kılması lâzımdır.
       Ve dahî, Cum’a nemâzında teyemmüm câiz değildir. Ya’nî, abdest almak için vakt az olup, Cum’a fevt olur diye, acele teyemmüm etse, câiz değildir. [Cum’a nemâzının bedeli öğle nemâzı olduğundan ötürü.] Nebîz denilen hurma suyu ile abdest almak câiz olmadığı (Dürr-ül-muhtâr)da yazılıdır.
      
– 237 –

       Bir kimse, yolda ihtilâm olsa, teyemmüm eder, sabâh nemâzını kılar. Ve öğleye dek gider. İkindinin vakti yaklaşıp, öğlenin vakti çıkacak zemânda, teyemmüm ederek öğleyi kılar. Bu kimse, ikindiden sonra su bulsa, sabâh ve öğle nemâzlarını iâde eder mi? Bunda, ulemâ ihtilâf etdiler. Bir kavlde, iâde eder, diğer kavle göre iâde etmez. Bu mesele sâhib-i tertîbe göre olmak muhtemeldir.
       Bir kimsenin merkebinde su olsa, merkebini gayb etse, teyemmüm eder ve nemâzını kılar. Nemâzını kılarken, merkebin sesini işitse, abdesti bozulur.
       Bir kimse binekli olsa, inerse yoldaşları onu beklemese, atının üzerinde iken teyemmüm eder ve îmâ ile nemâzını kılar.
       Yol korkulu veyâ hava soğuk olur ve gusl ederse, hasta olması muhtemel bulunursa, teyemmüm ile nemâzını kılar.
       Yola gidenin heybesinde bir kiremit veyâ bir tuğla bulundurması lâzımdır. Zîrâ, teyemmüm edecek olsa, ortalık yaş ise o zemân tuğla ile teyemmüm eder. Nemâzını kılar.
       Bir kimse bayram nemâzına dursa, abdesti bozulsa, eğer tekrâr abdest alırsa bayram nemâzına yetişemiyeceğini bilse, yâhud fazla izdiham olmak korkusu olunca, teyemmüm eder, nemâza durur. Bu kavl, İmâm-ı a’zama göredir. İmâmeyn kavline göre ise, abdest alır.
       [(Merâk-ıl-felâh)ın Tahtâvî hâşiyesinde diyor ki, (Hastalık, teyemmüm etmek için özrdür. Sağlam kimsenin, abdest alırsa, hasta olacağından korkması özr olmaz. Sağlam kimse oruc tutunca, hasta olacağından korkarsa, kazâya bırakması câiz olur diyen âlimler, hasta olmakdan korkanın teyemmüm etmesi câiz olur dediler. Hastalık dört çeşiddir: Su zarar verir. Hareket etmek zarar verir. Kendisi suyu kullanamaz. Teyemmüm de edemez. Zarar vermek, kendinin çok zan etmesi ile veyâ müslimân, âdil ve mütehassıs bir doktorun haber vermesi ile anlaşılır. Âdil bulunmazsa, fıskı zâhir olmıyan tabîbin sözü de kabûl edilir. Kendisi suyu kullanamayan, abdest aldıracak kimse bulamazsa teyemmüm eder. Çocuğu ve hizmetcisi veyâ hâtır için abdest aldıracak kimsesi varsa, bunlar abdest aldırır. Bunlar yoksa, teyemmüm eder. İmâm-ı a’zama göre ücretli adam tutması lâzım değildir. Teyemmüm de yapamıyan nemâzı kazâya bırakır. Zevc ve zevce birbirlerinin abdest ve nemâzlarına yardım etmeğe mecbûr değil iseler de, zevcesinden yardım istemesi lâzımdır. Şehr, köy hâricinde olup sıcak su bulamayan kimse, soğuk su ile gusl ederse, hasta olacağından korkunca teyemmüm eder. Şehr içinde de böyle olduğuna fetvâ verildi. Abdest ve gusl a’zâsının yarıdan fazlası yara ise, teyemmüm eder. Yarısı yara ise, sağlam yerleri yıkar.
– 238 –
Yaraları mesh eder, yaraya mesh zarar verirse, sargı üzerine mesh eder. Bu da zarar verirse, hiç mesh etmez. Başında hastalık olup, mesh zarar verirse, mesh sâkıt olur. İki elinin ve iki ayağının yıkaması farz olan yerleri kesik olanın yüzü de yara ise, teyemmüm edemeyeceğinden abdestsiz kılar ve i’âde etmez. Yüzü sağlam ise, yüzünü yıkatır. Yardımcısı yoksa, yüzünü toprağa sürer. Sağlam kimsenin bir eli nüzüllü, yaralı, kesik, çolak ise, diğer eli ile abdest alır. İki eli de böyle ise, elini, yüzünü toprağa sürer. Yaranın, çıbanın, kırığın üstüne, bunları tedâvî ve zarardan korumak için zarûrî olarak sarılan sargı veyâ tahta, merhem, alçı açılıp yara yıkanamaz ve mesh edilemezse, bunların yüzeylerinin ekserîsine ve arada kalan sağlam cild üzerine mesh edilir. İmkân olursa, bunlar çıkarılıp yara üzerine mesh etmek ve sağlam cildi yıkamak lâzım olur. Bunların abdestli olarak sarılması ve belli müddeti yokdur. Sağlam ayağı yıkayıp diğerindeki sargıya mesh câizdir. Yara iyi olmadan, üzerindeki şey düşerse, abdest bozulmaz. Mesh etdikden sonra, mesh olunan şey değişdirilirse de bozulmaz. Tırnak kırılır veyâ yara olursa, üzerine veyâ ayakdaki çatlağa konan merhemi kaldırmak zarar verirse, zarûret olacağından, merhemin üstü yıkanır. Yıkamak zarar verirse mesh eder. Bu da zarar verirse mesh de etmez. [Diğer üç mezhebde, böyle olduğu için başka mezhebi taklîde imkân yokdur.] Bu merhemin, cebîre gibi olduğu, İbni Âbidînde yazılıdır. Fekat, diş dolgusu ve kaplaması böyle değildir. Çünki, mâlikîyi veyâ şâfi’îyi taklîd mümkindir. Kendi sebeb olmıyarak aklı giden veyâ bayılan üzerinden altı nemâz vakti geçerse, aklı gelinciye kadar kılamadığı nemâzları kazâ etmez. Hasta, îmâ ile de kılamadığı nemâzların sayısı ne olursa olsun, bunların iskâtı için vasiyyet etmez. İyi olursa, hepsini kazâ eder.)
       İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” diyor ki, (Sağlam insanın abdest uzvlarını başkasının yıkaması, mesh etmesi mekrûhdur. Buna başkasının abdest suyu getirmesi ve kendisi yıkarken başkasının su dökmesi câizdir. Hasta, elbisesini ve yatağını hep kirletiyorsa yâhud bunları değişdirmek meşakkatli oluyorsa, necs oldukları hâlde kılar. Cebîre denilen tahtalar, flasterler, merhemler, altlarındaki yara iyi oldukdan sonra düşerlerse, abdest bozulur. Yara iyi olur, fekat üstündekiler düşmezse, zararsız kaldırılabilirlerse, abdest ve gusl yine bozulur.)
       Allahü teâlâ, sevdiklerine, günâhlarını afv etmek için veyâ Cennetdeki ni’metlerini artdırmak için, derdler, hastalıklar veriyor. İbâdetleri zahmetli, sıkıntılı oluyor. Buna karşılık, dünyâ işlerinde, râhatlık, kolaylık ve rızklarına bereket veriyor. İbâdet yapmıyanlara, râhatlık, bereket vermiyor. Bunlar, zahmet çekerek, hîle ve hiyânet yaparak, çok kazanıp, zevk ve safâ içinde yaşarlar ise de, bu zevkleri uzun sürmez. Az zemân sonra, hastahânelerde, habshânelerde sürünürler. Âhıretdeki azâbları da, çok şiddetli olur.]
– 239 –
İSTİNCÂ, İSTİBRÂ, İSTİNKÂ
İSTİNCÂ, İSTİBRÂ, İSTİNKÂ

       İstincâ, su ile, ma’lûm yeri yıkamak. İstibrâ, bevl yapdıkdan sonra mesânenin yaşlığı gidinceye kadar gerek gezinerek ve gerek diğer sûretle vakt geçirmeğe denir. İstinkâ, pâk olduğuna, kalbinin mutmain olmasına derler.
       İstincâ dahî, altı nev’dir:
       Farz olanı, esvâbında ve bedeninde ve nemâz kılacak mekânda, bir dirhemden ziyâde necâset olsa, su ile gidermek farzdır. Kezâlik, gusl ederken dahî, istincâ farzdır. [Burada bir dirhem, bir miskal demekdir ki, dört gram ve seksen santigramdır.]
       Vâcib olanı, esvâbında ve nemâz kılacak mekânda, bir dirhem mikdârı necâset olsa, gidermek vâcibdir.
       Bir dirhemden az olsa, gidermek sünnetdir.
       Müstehab olanı, pek cüz’î olan necâseti gidermek dahî, müstehabdır. Mendûb olanı, bir kimsenin oturak yeri yaş iken yellense, yıkamak mendûbdur.
       Bir kimse, o yeri kuru iken, yellense, yıkaması bid’atdir.
       İstincânın sünnetleri: Taş ile veyâ toprak ile temizlenmek ve bundan sonra su ile yıkamak dahî sünnetdir.
       Eğer, taş ve toprak ile necâset giderilemeyip, dirhemden ziyâde kalırsa yâhud dirhemden ziyâde olarak, mak’adın etrâfına bulaşmış ise, su ile yıkamak farz olur. Bundan sonra, pâk bir bezle silmeli, eğer bez yok ise, eliyle kurulamalıdır.
       Ve istincânın müstehabı birdir: Taşı tek tutmak. Ya’nî, yâ üç, yâ beş veyâ yedi olmakdır.
       [İdrâr kaçıran adam, çamaşırına idrâr bulaşmaması için, (12 x 12) cm büyüklüğündeki bezin bir köşesini biraz büküp, buraya yarım metre kadar sicimin bir ucu bağlanır. Bez zekerin ucuna kaplanır. Sicim bezin uçlarının ya’nî zekerin üzerine bir kerre sarılır. Sargıya yakın yeri iki kat yapılıp, katlı yeri sargının altına geçirilerek çekilip sıkışdırılır. Serbest ucuna, bir düğümle halka yapılıp, çengelli iğne ile dona rabt edilir. İdrâr yapılacağı zemân iğne açılıp, ipin halkası çıkarılarak, ip çekilince, hemen çözülüp, bezi çıkar. İpin halkası iğneden kolay ayrılamazsa,
– 240 –
iğneye bir rabtiye teli ve buna halka takılır. Ba’zı ihtiyârlarda zeker küçülüyor. Üzerine bez sarılamıyor. Bunlar, zekeri ve husyeleri, küçük bir naylon torbaya koyup, torbanın ağzını bağlamalıdır. İdrâr kaçıran, fekat özr sâhibi olamıyan, hanefî mezhebindeki kimse, abdest almağa, gusle ve nemâza başlarken, mâlikî mezhebini taklîd etmeğe niyyet eder. Câmi’ul-ezher medresesi müderrislerinden, 1384 h.de vefât eden, Abdürrahmân Cezîrî “rahmetullahi aleyh” in riyâsetindeki Mısr âlimlerinin hâzırladıkları (Kitâb-ül-fıkh alel-mezâhibil-erbe’a)da diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, ikinci kavle göre, hastada, ihtiyârda, abdesti bozan birşey hâsıl olursa, hemen özr sâhibi olarak abdesti bozulmaz. Harac hâlinde olan, hanefîler ve şâfi’îler, bu kavli taklîd eder) demekdedir. Nemâz içinde idrâr kaçıran hanefî, hâli müsâid olmadığı zemân, mâlikînin bu kavlini taklîd eder. Niyyet ederek, nemâzına, özrlü olarak devâm eder.]
NAMAZ NASIL KILINIR?
NAMÂZ NASIL KILINIR

       Nemâza dört şey ile girilir: Farz ile, vâcib ile, sünnet ile, müstehab ile. Hanefî mezhebinde, ellerini kulağının hizâsına kaldırmak, sünnet. Ellerinin ayasını, kıbleye yöneltmek sünnet. Er kişilerin baş parmağını kulağı yumuşağına değdirmek ve hâtun kişilerin, omuzu hizâsına kaldırmak müstehab, (Allahü ekber) demek farz. Tekbîr aldıkdan sonra, el bağlamak sünnet. Sağ elini, sol elinin üstüne koymak, sünnet. Er kişinin, ellerini göbeğinden aşağı koymak ve hâtun kişi, göğsüne koymak sünnet. Er kişi, sol elin bileğini pekçe kavramak müstehab.
       Nemâzda -İmâm olsun, muktedî olsun ve yalnız olsun- Sübhâneke okumak sünnet. Eğer imâm veyâhud yalnız olursa, E’ûzü okumak sünnet. Besmele okumak sünnet. Fâtiha-i şerîfe okumak vâcib ve Fâtihadan sonra, üç âyet, yâhud, üç âyet kadar uzun bir âyet okumak vâcib, sünnetlerin ve vitrin her rek’atinde, yalnız kılarken farzların iki rek’atinde, ayakda Kur’ân-ı kerîmden bir âyet okumak farz.
       Rükû’da belini eğmek farz. Üç kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek vâcib. Üç kerre (Sübhâne rabbiyelazîm) demek sünnet. Beş kerre veyâ yedi kerre demek müstehab. Rükû’dan kıyâma doğruldukda ve iki secde arasında doğrulup oturdukda, bir kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek, İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre farz. Ve tarafeyn kavline göre, vâcib olup, ba’zıları sünnet demişler ise de, esah olan vâcibdir.
       Secdede, başını secdeye koymak farz. Üç kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek vâcib. Üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a’lâ) demek sünnet. Beş kerre veyâ yedi kerre demek müstehab.
– 241 –

       İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, (Secde yaparken,önce iki diz, sonra iki el, sonra burun ve sonra alın yere konur. Baş parmakları, kulakları hizâsında olur. Şâfi’îde, eller omuz hizâsına konur. Ayakların, en az birer parmağını yere koymak farzdır. Yerin sertce olup, başın içine girmemesi lâzımdır. Yere serili halı, hasır, buğday ve arpa böyledir. Yerde duran masa, kanape, araba da, yer demekdir. Hayvân üzeri ve hayvân üstünde bulunan semer ve benzerleri, yer sayılmaz. Salıncak ve ağaçlara, direklere bağlanarak havada gerilmiş duran bez, halı, hasır yer sayılmaz. Pirinç, darı, keten tohumu gibi kaygan şeyler üzerine secde sahîh olmaz. Çuval içinde iseler sahîh olur. Secde yeri, dizlerini koyduğu yerden yarım zrâ’, ya’nî oniki parmak eni [yirmibeş santimetre] yüksek olunca nemâz sahîh olur ise de, mekrûhdur. Secdede dirsekler bedenden, karnı da uyluklardan açık tutulur. Ayak parmaklarının uçları kıbleye karşı tutulur. Rükû’a eğilirken topuk kemiklerini birbirine yapışdırmak sünnet olduğu gibi, secdede dahî bitişik tutulur.
       Kadın, nemâza dururken, ellerini omuzlarına kadar kaldırır. Ellerini kol ağzından dışarı çıkarmaz. Sağ avucu sol üzerinde olarak göğüs üstüne kor. Rükû’da az eğilir. Belini kafası ile düz tutmaz. Rükû’da ve secdede parmaklarını açmaz. Birbirlerine yapışdırır. Ellerini dizleri üzerine kor. Dizlerini büker. Dizlerini tutmaz. Secdede kollarını, karnına yakın olarak yere serer. Karnını uyluklarına yapışdırır. Teşehhüdde, ayaklarını sağa çıkararak yere oturur. El parmaklarının ucu dizlerine uzanır. [Erkekler de dizi kavramaz.] Parmakları birbirlerine yapışık olur. Kendi aralarında veyâ erkeklerin cemâ’ati arasında imâm ile kılmaları mekrûhdur. Cum’a ve bayram nemâzı kılması farz değildir. Kurban bayramında farz nemâzlardan sonra (Tekbîr-i teşrîk) sessiz okur. Sabâh nemâzını geç kılması müstehab değildir. Nemâzlarda yüksek sesle okumaz.) İbni Âbidînden terceme temâm oldu. Hamevî “rahimehullahü teâlâ”, (Eşbâh) şerhinde diyor ki: Kadınların başlarındaki saçlarını, kazımakla veyâ kesmekle yâhud ilâc ile izâle, ya’nî yok etmeleri tahrîmen mekrûhdur. [Erkeklere benzetmemek şartı ile saçlarını kulaklara kadar kısaltmalarının câiz olduğu anlaşılmakdadır.] Kadının ezân ve ikâmet okuması mekrûhdur. Zevci veyâ mahremi yanında olmadan sefere çıkamaz. Hacda başını açmaz. Safâ ile Merve arasında, özrlü iken de, sa’y yapar. Tavâfı Kâ’beden uzak olarak yapar. Hutbe okumaz. Çünki, sesinin avret olması sahîhdir. Hacda mest giyer. Kadın, cenâze taşımaz. Mürted olunca öldürülmez. Had ve kısas da’vâlarında şâhidliği kabûl edilmez. Câmi’de i’tikâf yapmaz. Ellerini, ayaklarını, kına ile boyaması câizdir. [Oje kullanmaz.] Mîrâsda ve şâhidlikde ve fakîr akrabâya nafaka vermekde erkeğin yarısıdır. Muhsine kadın mahkemeye çağrılmaz. Hâkim veyâ vekîli, onun evine gider.
– 242 –
Genç kadın,yabancı erkeğe selâm ve başsağlığı ve aksırana birşey söylemez ve kendine söylenince cevâb vermez. Yabancı erkekle bir odada yalnız kalmaz. Hamevîden terceme temâm oldu.
       Ka’de-i ûlâda oturmak, vâcib. Ka’de-i ahîrede oturmak farz. Son ka’dede tehıyyât okumak vâcib.
       Farzların ve vâciblerin ve öğlenin ve Cum’anın evvel sünnetlerinin ve Cum’anın son sünnetinin -yalnız ka’de-i ahîrelerinde- ve sâir nemâzların [İkindi ve yatsının dört rek’at sünnetleri gibi] her ka’delerinde, salevât düâlarını okumak sünnet. Selâm lafzı, vâcib. Ve selâmda, iki omuzuna bakmak sünnet. Dikkatle bakmak müstehab.
       Ve dahî, nemâzın kemâl-i mertebe kabûl olmasının şartı, [harâmlardan sakınmak ve] huşû’ ve takvâ ve mâlâya’nîyi terk ve terk-i kesel ve ibdâddır. Huşû’, Allahü azîm-üş-şândan korkmağa, takvâ, dokuz a’zâsını harâmdan ve mekrûhdan hıfz etmeğe; mâlâya’nîyi terk demek, dünyâsına ve âhıretine yaramıyan sohbeti ve işi terk etmeğe; terk-i kesel, nemâzının ef’âlini edâda üşenmekliği terk etmeğe; ve ibdâd, ezân-ı Muhammedî okunduğu vakt, her işi terk edip, cemâ’ate müdâvemet etmeğe derler.
       Nemâzın içinde, riâyeti ehem olan altı şey bunlardır: İhlâs, tefekkür, havf, recâ, rü’yet-i taksîr,
       İhlâs, amelinde hulûs üzere bulunmağa [yalnız Allah rızâsı için yapmağa], tefekkür, nemâz içinde olan mes’eleleri düşünmeğe; havf, Allahü azîm-üş-şândan korkmağa; recâ, Allahü azîm-üş-şânın rahmetini ummağa; rü’yet-i taksîr, kendisini kusûrlu bilmeğe; mücâhede, nefsle ve şeytânla cenk etmeğe derler.
       Ezân-ı Muhammedî okundukda, İsrâfîl “aleyhisselâm” sûru üfürüyor diye, abdeste kalkarken, kabrimden kalkıyorum diye, câmi’e giderken, mahşer yerine gidiyorum diye, müezzin ikâmet edip, cemâ’at safsaf olurlarken, bu insan mahşer yerinde yüzyirmi saf olup, seksen safı, bizim Peygamberimizin ve kırk safı, sâir Peygamberlerin ümmetleri olsa gerekdir diye, imâma uydukdan sonra, imâm, Fâtiha-ı şerîfeyi okurken, sağımda Cennet ve solumda Cehennem ve ensemde Azrâîl “aleyhisselâm” ve karşımda Beytullah ve önümde kabr ve ayağımın altında sırat. Acaba, benim süâlim âsân olur mu? Ve etdiğim ibâdet, âhıretde başıma tâc ve yanıma yoldaş ve kabrimde çırağ olur mu? Yoksa kabûl olmayıp, eski bez gibi yüzüme vurulur mu diye tefekkür etmek gerek.

       Vefâsızdır, ey denî dünyâ senin her ni’metin!
       Ecel fırtınaları, mahv eyliyor her rif’atın.
– 243 –
EZAN-I MUHAMMEDÎ
EZÂN-I MUHAMMEDÎ
NAMAZIN VACİPLERİ

NEMÂZIN VÂCİBLERİ

NEMÂZIN VÂCİBLERİ: Hanefî mezhebinde, nemâzın vâcibleri: İmâmın arkasında, Sübhânekeden gayri bir şey okumamak. İmâm ve yalnız kılan, farzların iki rek’atinde ve sâir nemâzların her rek’atinde birer kerre Fâtiha-i şerîfe okumak. Dört ve üç rek’atli farzların, iki evvelki rek’atlerinde ve sâir nemâzların her rek’atinde, zamm-ı sûre okumak. Üç ve dört rek’atli farzlarda, Fâtiha-i şerîfeyi, iki evvelki rek’atlerde tahsîs etmek. Bir farzdan bir farza intikal etmek. Fâtiha-i şerîfeyi, sûreden evvel okumak. Ka’de-i ûlâda oturmak. Secdeleri birbiri arkasından yapmak. Ka’de-i ahîrede tehiyyât okumak. Selâm lafzı ile nemâzdan çıkmak. Salât-i vitrde kunût düâsını okumak. Bayram nemâzını kılarken, zâid olan tekbîrleri almak. İhfâ ile okunacak yerde ihfâ ile okumak. Cehr ile okunacak yerde, cehr ile okumak. Ta’dîl-i erkân ile kılmak. [185.ci sahîfeye bakınız!] Nemâzda okursa, yâhud imâmından işitirse, tilâvet secdesini etmek. Secde-i sehv etmek. Dört rek’at olan farzlarda, ka’de-i ûlâda tehiyyât okudukdan sonra, eğlenmeyip kalkmak. Her hâlde imâma tâbi’ olmak. Özrü yok ise, bir kavle göre, farzları cemâ’at ile kılmak. Kurban bayramının arefesinin sabâh nemâzından, dördüncü günün ikindi nemâzına kadar, yirmiüç farz nemâzın akabinde, (tekbîr-i teşrîk) okumak.  

NEMÂZIN SÜNNETLERİ

NEMÂZIN SÜNNETLERİ

NEMÂZIN SÜNNETLERİ: Hanefî mezhebinde, nemâzın sünnetleri:

İftitâh tekbîrinde ve vitrin kunût tekbîrinde, erkekler ellerini kulaklarının yumuşağına, kadınlar omuz berâberine kaldırmak. İftitâh ve kunût tekbîrlerinde, avuçlarını kıbleye teveccüh etdirmek. Kıyâmda sağ elin baş ve ince parmaklarını sol elin bileğine bağlamak. Kadınlar, sağ elini sol elinin üzerine koymak. Erler göbeğinin altına ve avretler göğsü berâberinde bağlamak. Her nemâzın evvelki rek’atinde -imâm olsun, cemâ’at olsun, yalnız olsun-(Sübhâneke) okumak. İmâm ve yalnız kılan, her evvelki rek’atde, Sübhânekeden sonra, E’ûzü ve Besmele okumak. Kezâlik imâm ve yalnız kılan, cümle rek’atlerde, Fâtiha-i şerîfenin evvelinde, Besmele-i şerîfe okumak. İmâm (Veled- dâllîn) dedikde, imâm ve cemâ’at ve yalnız kılan, kendisi Fâtiha-i şerîfeyi bitirdikde, -yavaşca- [âmîn] demek. Kıyâmdan rükû’a inerken tekbîr almak. Rükû’da ellerini dizlerinin üzerine koyup, parmaklarını açmak. Rükû’da üç kerre (Sübhâne rabbiyel’azîm) demek. Rükû’da beli ile başı bir hizâda olmak. İmâm ve yalnız kılan, rü-

-249-

kû’dan kalkarken, (Semi’allahü limen hamideh) demek. Cemâ’at ile ve yalnız kılan, rükû’dan kalkdıkdan sonra, (Rabbenâ lekelhamd) demek. Kıyâmdan secdeye inerken, (Allahü ekber) demek. Secdede üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a’lâ) demek. Birinci secdeden kalkarken, (Allahü ekber) demek. İnerken, (Allahü ekber) demek. Secdede, el parmaklarını bitişdirmek. Erler secdede dizlerini yere koyup, uyluklarını karnından ayırmak ve hâtunlar uyluklarını karnına yapışdırmak. İkinci secdeden kalkarken, (Allahü ekber) demek. Erkekler, sağ ayağını dikip, sol ayağının üzerine oturmak. Ka’de-i ahîrede, salevât düâsını okumak. Sağına ve soluna selâm verirken, baş çevirmek. Tehiyyâtda, elleri dizlerinin ucuna berâber tutup, parmaklarını kendi hâline bırakmak. Secdede ellerini ve ayak parmaklarını kıbleye çevirmek. Secdeye vardıkda, ellerini kulaklarının hizâsında tutmak. Yedi a’zâ üzerine, secde kılmak. Dört rek’at olan farzların son iki rek’atlerinde yalnız Fâtiha-i şerîfe okumak. Sünnet-i şerîfe üzere, ezân-ı Muhammedî okumak. Cemâ’at ile olsun veyâ yalnız olsun, farzlarda erkekler ikâmet eylemek.  

NAMÂZIN MÜSTEHABLARI

NAMÂZIN MÜSTEHABLARI

NEMÂZIN MÜSTEHABLARI: Hanefî mezhebinde, nemâzın müstehabları:

Müezzin ikâmetinde (Hayye alessalâh) dediği zemân, cemâ’at eğlenmeyip kalkmak. İftitâh ve vitrin kunût tekbîrlerinde, erkekler baş parmağını kulaklarının yumuşağına dokundurmak. Kıyâmda, ellerini bağladıkda, bileğini pekçe tutmak. Kıyâmda, secde yerine bakmak. Rükû’da ve secdede, ya beş, ya yedi kerre tesbîh etmek. Rükû’da ayakları üzerine bakmak. Rükû’da ayakları bitişdirmek. Kıyâma kalkınca, sol ayağı sağ ayakdan tekrâr açmak. Alnından önce, burnunu yere koymak. Secdede burnunun iki yanına bakmak. Selâm verirken, omuz başına nazar etmek. İmâmın solunda bulunan kimse, selâm verirken, imâma ve hafaza meleklerine ve cemâ’ate niyyet etmek. İmâmın sağında olan kimse, hafaza meleklerine ve cemâ’ate niyyet etmek. Sağında ve solunda kimse yok ise, ancak hafaza meleklerine niyyet etmek. Nemâz içinde terini silmemek. Öksürüğü terk etmek. Esnemeği terk etmek. Tehiyyâtda oturdukda uylukları üzerine bakmak. İmâm nemâzdan sonra yüzünü cemâ’ate döndürmek.  

NAMAZIN ADABI

NAMÂZIN ÂDÂBI

1- Yalnız kılmış olan veyâ imâmla kılan kimse, selâmın akabinde, (Allahümme entesselâmü ve minkes-selâmü tebârekte yâ zel-celâli vel-ikrâm) demek. Bundan sonra, üç kerre (Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv elhayyelkayyûme ve etûbü –

-250-

ileyh) demek. Buna (İstigfâr düâsı) denir. Abdestsiz okumak da câizdir.

2- Bundan sonra, (Âyetel-kürsî) okumak.

3- Otuzüç kerre (Sübhânallah) demek.

4- Otuzüç kerre (Elhamdülillah) demek.

5- Otuzüç kerre (Allahü ekber) demek.

6- Bir kerre (Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîkeleh lehül mülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) demek.

7- Kolları ileri uzatıp, ellerini düânın kıblesi olan Arşa açıp, hulûs üzere düâ etmek.

8- Cemâ’at ile ise, düâyı beklemek.

9- Düâ sonunda (âmîn) demek.

10- Düânın hitâmında elini yüzüne sığamak.

11- Sonra, her birinde Besmele çekerek, onbir (İhlâs-ı şerîf) okumağı emr eden hadîs-i şerîf, (Berîka) birinci cild, son sahîfesinde yazılıdır. Sonra birer (Kul’e’ûzü) okumak ve 67 (Estagfirullah) diyerek yetmişe temamlamak, on kerre (Sübhânallah ve bi-hamdihi sübhânallahil’azîm) demek. Sonra (Sübhâne Rabbike) âyetini okumakdır. Bunlar, (Merâk-ıl-felâh) kitâbında yazılıdır. Hadîs-i şerîfde, (Beş vakt farz nemâzdan sonra yapılan düâ kabûl olur) buyuruldu. Fekat düâ, uyanık kalb ile ve sessiz yapılmalıdır. Düâyı yalnız nemâzlardan sonra veyâ belli zemânlarda yapmak ve belli şeyleri ezberleyip, şi’r okur gibi düâ etmek mekrûhdur. Düâ bitince, elleri yüze sürmek sünnetdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, tavâfda, yemekden sonra ve yatarken de düâ ederdi. Bu düâlarında kolları ileri uzatmaz ve ellerini yüzüne sürmezdi. Düânın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Düâları ve istigfârı, abdestli okumak müstehabdır. Tarîkatcıların yapdıkları gibi, raks etmek, dönmek, el çırpmak, def, dümbelek, ney, saz çalmak sözbirliği ile harâmdır. Görülüyor ki, cemâ’atin imâm ile birlikde, sessizce düâ etmeleri efdaldir. Ayrı ayrı düâ yapmaları ve düâ etmeden kalkıp gitmeleri de câizdir. (Hindiyye) fetvâsında diyor ki, (Son sünneti olan nemâzlarda, selâm verince imâmın oturması mekrûhdur. Sağa, sola veyâ biraz geriye çekilip hemen son sünneti kılması lâzımdır. Yâhud, hemen gidip evinde kılar. Cemâ’at ve yalnız kılan, oturduğu yerde kalıp düâlarını okuyabilir. Yâhud oturduğu yerde, sağda, solda veyâ geriye çekilerek son sünneti kılması da câizdir. Son sünneti olmıyan nemâzlarda, imâmın, oturduğu yerde kıbleye karşı kalması mekrûhdur, bid’atdir. Kalkıp gitmesi veyâ cemâ’ate dönmesi yâhud sağa, sola dönüp oturması lâzımdır.)

NAMAZDAN SONRA DUA

NEMÂZDAN SONRA DÜÂ: Elhamdülillahi Rabbil’âlemîn. Essalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî ecma’în. Yâ Rabbî! Kıldığım nemâzı kabûl eyle! Âhir ve âkıbetimi hayr eyle. Son nefesimde Kelime-i tevhîd söylememi nasîb eyle. Ölmüşlerimi afv ve magfiret eyle. Allahümmagfir verham ve ente hayrürrâhimîn. Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfir-lî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lilmü’minîne vel mü’minât yevme yekûmül hisâb. Yâ Rabbî! Beni şeytân şerrinden ve düşman şerrinden ve nefs-i emmârem şerrinden muhâfaza eyle! Evimize iyilikler, halâl ve hayrlı rızklar ihsân eyle! Ehl-i islâma selâmet ihsân eyle! A’dây-ı müslimîni kahr ve perîşân eyle! Kâfirlerle cihâd etmekde olan müslimânlara imdâd-i ilâhiyyen ile imdâd eyle! Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa’fü annî. Yâ Rabbî! Hastalarımıza şifâ, dertli olanlarımıza devâ ihsân eyle! Allahümme innî es’elükessıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnelhulkı verrıdâe bilkaderi bi-rahmetike yâ erhamerrâhimîn. Anama, babama ve evlâdlarıma ve akrâba ve ahbâbıma ve bütün din kardeşlerime hayrlı ömürler ve hüsn-i hulk, akl-ı selîm ve sıhhat ve âfiyet, rüşdü hidâyet ve istikâmet ihsân eyle yâ Rabbî! Âmîn. Velhamdü-lillâhi rabbil’âlemîn. Allahümme salli alâ..., Allahümme bârik alâ..., Allahümme Rabbenâ âtinâ... Velhamdü lillâhi Rabbil’âlemîn. Estagfirullah, estagfirullah, estagfirullah, estagfirullahel’azîm elkerîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh.  

NAMAZIN MEKRUHLARI

 

NEMÂZIN MEKRÛHLARI

1- Boynunu eğerek iki yanına bakmak.

2- Üzerindeki bir şeyle oynamak.

3- Özrsüz, elleri ile, secde yerini süpürmek.

4- Erkekler, ellerini ayakda göğsü üstünde, secdede göğsü hizâsında tutmak.

5- Parmaklarını çıtlatmak.

6- Özrsüz bağdaş kurup oturmak.

7- Secdede bir ayağını kaldırmak.

8- Büyüklerden birinin yanına varamıyacağı kirli esvab ile nemâz kılmak.

9- Kişinin yüzüne karşı nemâz kılmak.

10- Ateşe karşı kılmak.

11- Bedeninde ve libâsında resm -sûret- bulunmak.

12- Özrsüz esnemek.

13- Ellerini yenlerinden çıkarmadan kılmak.

-252-

14- Kelbler gibi, inciklerini dikerek oturmak.

15- Gözlerini yummak.

16- Ellerini kıbleden çevirmek.

17- Cemâ’at ile kılarken, önünde boş saf var iken, geri safda kılmak. Eğer yanında kimse var ise, tenzîhen kerâhet, yalnız ise, tahrîmen kerâhet olur. Bu takdîrde, vâcibi terk etmiş olur, -noksanın cebri için- o nemâzın iâdesi lâzım gelir.

18- Önünde hâil yok iken, kabre karşı kılmak.

19- Necâsete karşı kılmak.

20- Bir er ile, bir avret -yan yana durup- başka nemâz kılmak.

21- Ayak yolu hâceti var iken, -sıkıntılı- nemâz kılmak.

22- Rükû’dan kalkıp dikildikden sonra, secdeye varırken, özrsüz olarak, önce ellerini yere koymak.

23- Bir rüknde iki kerre bir yerini kaşımak, (Eğer bir rüknde, elini kaldırarak, üç def’a kaşırsa, nemâz fâsid olur.)

24- İmâmdan önce, rükû’a varmak.

25- İmâmdan evvel rükû’dan kalkmak.

26- İmâmdan evvel secdeye varmak.

27- İmâmdan önce secdeden kalkmak.

28- Özrsüz bir şeye dayanıp kalkmak.

29- Secdeden kalkarken, ellerinden evvel dizlerini kaldırmak.

30- Yüzünde ve gözünde bulunan tozları süpürmek.

31- İkinci rek’atde evvelki rek’atde okuduğu sûreden sonraki sûreyi atlamak.

32- Birinci ve ikinci rek’atlerde, aynı sûreyi okumak veyâ bir rek’atde, aynı sûreyi, iki kerre okumak. (Nâfile nemâzda câizdir.)

33- İkinci rek’atde, birinci rek’atde okuduğu sûrenin evvelindeki sûreyi okumak.

34- İkinci rek’atde, birinci rek’atde okuduğu zamm-ı sûreden, üç âyet mikdârı, ziyâde okumak.

35- Özrü olmadığı hâlde, bir yere dayanarak, eğilmek veyâ kalkmak.

36- Sinek kovmak.

37- Kolları sıvalı, omuzları, ayakları açık olarak nemâz kılmak.

38- Sahrâda sütreyi terk etmek.

39- Geçit yerinde nemâza durmak.

40- Rükû’da ve secdede, parmakları ile tesbîhleri saymak.

-253-

41- İmâm mihrabın içinde olup, bir perde çekilse, büsbütün içeride kalacak mertebede, mihrabda olmak.

42- İmâm, yalnız olarak, cemâ’atden, bir zrâ’dan fazla aşağıda veyâ yüksekde bulunmak. (Bir zrâ’, takrîben yarım metredir.)

43- İmâm mihrabdan başka yere durmak.

44- Nemâz arasında, âmîni cehr ile söylemek.

45- Kıyâmda okuduğunu, rükû’da temâmlamak.

46- Rükû’da okuduğunu kıyâmda temâmlamak.

47- Özrsüz, bir ayağı üzerine durmak.

48- Nemâzda sallanmak.

49- Isırmayan kehle ve benzerini öldürmek.

50- Nemâz içinde bir şeyi koklamak.

51- Başı açık kılmak. Hâcılar ihrâmda baş açık kılar.

52- Kolları açık nemâza durmak.

53- Ayakları çıplak olarak nemâza durmak. (Hâtunların, ayağı açık nemâz kılması, bir kavle göre mekrûhdur. İkinci kavle göre nemâzı bozar.) Câmi’de ayakkabı ve benzerlerini arkada bırakmak mekrûh olduğu İbni Âbidînde 439. cu sahîfede yazılıdır. Öne ve sağa değil, sol tarafa koymanın sünnet olduğu (Berîka) sonunda yazılıdır.

Farz ile son sünnet arasında düâ ve evrâd okumanın mekrûh olduğu (Tergîb-üs-salât)da yazılıdır. 

NAMAZI BOZAN ŞEYLER

 

NAMÂZI BOZAN ŞEYLER

NAMÂZI BOZAN ŞEYLER: Amden veyâ sehven yapılınca, nemâzı bozanlar, hanefî mezhebinde ellibeş kadar beyân olunur:

1- Dünyâ kelâmı söylemek.

2- Kendisi işitecek kadar gülmek.

3- Amel-i kesîr denecek şeyi işlemek.

4- Farzın birini -özrsüz olarak- terk etmek.

5- İhtiyârsız, farzın birini terk etmek.

6- Dünyâ işi için yüksek sesle ağlamak.

7- Özrsüz, buğazını ayıklamak, öksürmek.

8- Sakız çiğnemek.

9- Bir rüknde, üç kerre bir yerini kaşımak, yâhud elini kaldırarak birbirine vurmak.

10- Müsâfeha etmek.

11-Kendi işitecek kadar sesle iftitâh tekbîrini almamak.

12- Kendi işitecek kadar okumamak.

-254-

13- Birisi çağırdıkda, (Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil-aliyyilazîm) yâhud (Sübhânallah), (Lâ ilâhe illallah) demek. Nemâz içinde bulunduğunu bildirmek kasdi ile söylenmiş ise, nemâz fâsid olmaz. Sorana cevâb ise bozulur.

14- Kasd ile selâm almak.

15- Ağzında bulunan şeker gibi şeylerin lezzetini duyup, suyunun buğazına kaçması.

16- Açıkda nemâz kılarken, ağzını havaya açması üzerine, yağan yağmur veyâ dolu gibisinin buğazına kaçması.

17- Hayvânın yularını üç kerre çekmek.

18- Üç kerre elini kaldırmak yâhud üç kerre ezerek kehle ve pire ve emsâlini öldürmek.

19- Bir rüknde üç kıl koparmak.

20- Üç harf olarak, yuf, püf, demek.

21- At üstünde, islâmiyyete mütâbık olarak nemâz kılarken, bir ayağı ile üç kerre özengisini tepmek.

22- İki ayağı ile, bir kerre özengiyi tepmek.

23- İmâmdan ileri durmak.

24- Özrsüz bir saf kadar yürümek.

25- Saçını ve sakalını taramak.

26- İmâm, er ve avret için imâmete niyyet etmekle, er ve avret -bir safda bulunarak- imâma uyarak yan yana kılmak. (Aynı safda, ya’nî yan yana olmazsa veyâ aralarında perde varsa câizdir. Kadınların ve kızların câmi’e gitmek için veyâ herhangibir sebeble, başları, kolları, kısaca avret mahalleri açık olarak sokağa çıkmaları harâmdır. Bu hâlde yapdıkları ibâdetleri sevâb değil, büyük günâh olur.)

27- Kendi imâmından gayriye, feth etmek. (Ya’nî, imâm kırâetde duraklarsa, okumasına yardım etmek.)

28- Bir avret, hâli yerde, imâma iktidâ etse, sonradan gelen cemâ’atin teşkîl etdikleri saflar, o avretin bulunduğu yere kadar yayılsa, onun sağında ve solunda ve arkasına tesâdüf eden mahalde nemâzda bulunan üç kişinin nemâzı fâsid olur.

29- Çocuğunu kucaklamak.

30- Bir şey yimek veyâ içmek.

31- Dişinin arasında kalan nohut kadar şeyi yutmak.

32- İki eliyle yakasını kavuşdurmak, başındaki kisvesini eliyle çıkarmak, yâhud çıkarıp giymek. 33- Bir musîbet işitmekle, (İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci’ûn) demek.

34- Bir sürûr işitmekle (Elhamdülillah) demek.

-255-

35- Bir kavle göre, bir kimse, nemâz içinde aksırıp, (Elhamdülillah) demek.

36- Yanındakinin aksırmasına (Yerhamükellah) demek.

37- Başkası aksırınca (Yehdîkümüllah) demek.

38- Er gelip, nemâz kılan avreti öpmek.

39- Nemâz içinde düâ ederken, altın ve gümüş ve sâir dünyâ metâına müteallik birşey istemek.

40- Göğsünü, kıbleden döndürmek. Kıble cihetini bulmak iki yol ile olur. 1- Kıble açısı ile. 2- Kıble sâati ile. 1- Harita üzerinde, bir şehr ile Mekke arasına bir doğru çizilirse, bunun istikâmeti, (Kıble hattı) olur. Bunun cenûbdan farkı, (Kıble açısı) olur. 2- Takvîmde yazılı, (kıble sâati) vaktinde, güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur. Kedûsî hâşiyesinde diyor ki, (Rub’-ı dâirede, mürî ayarlandıkdan sonra, kıble kavsine getirilince, haytın kavs-i irtifâ’ üzerinde gösterdiği derecenin temâmîsi, İstanbulda kıble vaktinin H fadl-ı dâir derecesi olur). Bir sâat makinesi yüzü semâya doğru ve akrebi güneşe doğru tutulunca, akreb ile 12 arasındaki zâviyenin orta hattı cenûbu gösterir. 568. ci sahîfeye bakınız!

41- Secdede iki ayağını yerden kaldırmak.

42- Kur’ânı, ma’nâsı bozulacak kadar yanlış okumak.

43- Kadın, çocuğunu emzirmek.

44- Başkasının sözü ile yerini değişdirmek.

45- Hayvâna üç kamçı vurmak.

46- Kapalı kapıyı açmak.

47- Üç harfe kadar yazı yazmak.

48- Kaftanını giymek.

49- Kazâ nemâzları altıdan az ise, bunları hâtırlamak.

50- [Gemide, trende] ve hayvân üzerinde -özrlü olarak- farz nemâz kılarken, kıbleden gayri yere çevrilmek.

51- Hayvânın üzerinde yük yapmak.

52- Kalbinden mürted olmak.

53- Cünüb olmak veyâ kadın âdetli olmak.

54- İmâm, abdestim bozuldu zanniyle, yerine diğerini geçirmek.

55- Ma’nâyı bozacak derecede harfleri değişdirmek sûretiyle Kur’ân-ı kerîm okumak. [İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, nemâzın sünnetlerini anlatmağa başlarken diyor ki, (Nemâz hâricindekine uyarak kılınan nemâz sahîh olmaz. İmâmın ve müezzinin cemâ’ate duyuracak mikdârdan fazla ses çıkarmaları mekrûhdur. İmâmın ve müezzinin, nemâza durmak için tekbîr alırlarken, nemâza başlamağı niyyet etmeleri lâzımdır. Yalnız cemâ’ate du-

-256-

yurmağı niyyet ederlerse, nemâzları sahîh olmaz. Bunlara uyanların da nemâzları sahîh olmaz. İmâmın sesi yetişirken, müezzinin de nemâz içindeki tekbîrleri söylemesi mekrûhdur ve çirkin bid’atdir. İhtiyâc olunca söylemesi müstehab olur ise de, tegannî etmeği düşünürse, nemâzı fâsid olur). Buradan da anlaşılıyor ki, imâmın ve müezzinin cemâ’ate ho-parlör ile seslerini duyurmaları, hem cemâ’atin nemâzını ifsâd eder. Nemâzları sahîh olmaz. Hem de, çirkin bid’at olur. Bid’at işlemek büyük günâhdır. Başka yerde nemâz kıldırırken televizyonda görülen ve sesi de işitilen imâma uymanın sahîh olmadığı, Hindistân âlimlerinin Malappuram şehrinde çıkardıkları (El-mu’allim) mecmû’asının Rebî’ul-evvel 1406 ve Dessembr [aralık] 1985 târîh ve oniki sayılı nüshasında, vesîkaları ile yazılıdır.]

Ve dahî, nemâzı bozmayanlar: Önünde, boş saf olduğunda, bir veyâ iki adım yürüyerek varırsa veyâ âmîn dese ve bu deyiş, eğer bir başkasına cevâb değilse, kaşıyla veyâ gözü ile bir kimsenin selâmını alsa, birisi gelip, kaç rek’at kıldınız dese ve ona parmaklariyle işâret etse, bu sûretlerin hiç birisi nemâzı bozmaz.

Salât, lügatda Allahü azîm-üş-şândan rahmet ve meleklerden istigfâr, mü’minlerden düâ etmeğe derler. Istilâh ma’nâsı, ef’âl-i ma’lûme ve erkân-ı mahsûsaya derler ki, türkçede nemâz kılmak denir. Ef’âl-i ma’lûme, nemâzın hâricinde işlediğimiz fi’llere, erkân-ı mahsûsa, nemâzın içinde olan rüknlere derler ki, ancak nemâza mahsûsdur.

Ve dahî birgün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Hazret-i Alî “kerremallahü vechehü ve radıyallahü anh” hazretlerine se’âdetle, (Yâ Alî! Senin nemâzın farzına, vâcibine, sünnetine, müstehabına riâyet etmen gerekdir) buyurduklarında, ensârdan bir zât dedi ki, (Yâ Resûlallah! Hazret-i Alî bunların cümlesini bilir. Bize, bir nemâzın farzına, vâcibine, sünnetine, müstehabına riâyet etmenin fazîletini beyân buyur. Biz dahî, ona göre amel edelim.) Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Ey benim ümmetim ve Eshâbım! Nemâz, Allahü azîm-üş-şânın hoşnud olduğudur. Feriştehlerin sevdiğidir. Peygamberlerin sünnetidir. Ma’rifetin nûrudur. A’mâlin efdalidir. Bedenin kuvvetidir. Rızkın berekâtıdır. Canın nûrudur. Düânın kabûlüdür. Melek-ül-mevte şefâ’atcidir. Kabrde çirağdır. Münker ve Nekîr hazerâtına cevâbdır. Kıyâmet gününde, üzerinize sâyebândır. Cehennem ile aranızda perdedir. Sırâtı yıldırım gibi geçiricidir. Cennetde başınıza tâcdır. Cennetin anahtarıdır.)

NAMZDA İMAMET

 

NEMÂZDA İMÂMET

Ve dahî, imâma uyanlar dört nev’dir. Bunlar, Müdrik, Muktedî, Mesbûk, Lâhık diye anılırlar.

1- Müdrik, iftitâh tekbîrini imâm ile birlikde alana denir.

2- Muktedî, iftitâh tekbîrine yetişemiyene denir.

3- Mesbûk, imâm rek’atlerin birini veyâ ikisini kıldıkdan sonra uymuş olana denir.

4- Lâhık, iftitâh tekbîrini imâm ile berâber almış, fekat sonra, kendisine hades vâkı’ olduğundan, abdest alıp, tekrâr imâma uyana denir. Bu kimse, yine evvelce olduğu gibi, kırâetsiz, rükû’ ve sücûd tesbîhlerini ederek nemâzını kılar. O kişi, eğer dünyâ kelâmı söylememiş ise, imâmın ardında gibidir. Lâkin, câmi’den çıkdıkdan sonra, pek yakın yerden abdestini almalıdır. Çok ileriye giderse, nemâzı fâsid olur diyen vardır.

Bir kimse, mescide geldiğinde, imâmı, rükû’da bulsa ve rükû’a yetişeyim diye acele edip, iftitâh tekbîrini rükû’a inerken alsa, imâ-

-258-

ma uymuş olmaz. İmâmı, rükû’da buldukda, imâma uymağa niyyet edip, tekbîri ayakda tekmil edip, sonra rükû’a gider ve imâmın beli ile berâber olup, tesbîh ederse, o rek’ate uymuş olur. Ammâ rükû’a inerken, imâmın beli doğrulsa, o rek’ate yetişmiş olmaz.  

NAMZDA TADİLİ ERKÂN

 

NEMÂZDA TA’DÎL-İ ERKÂN

Nemâzın beş yerinde, ta’dîl-i erkânı, unutmadığı hâlde, bilerek terk etse, İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahime-hullahü teâlâ”, nemâzı fâsid olur. Tarafeyne göre, fâsid olmaz. Lâkin vâcibin kasden terki dolayısı ile, noksanın cebri için iâde lâzım gelir. Unutarak terk edince (Secde-i sehv) lâzım olur. [185.ci sahîfeye bakınız!]

Ta’dîl-i erkânın terkinden, yirmialtı kadar zarar vardır:

1- Fakîrliğe sebeb olur.

2- Âhıret ulemâsı, ona buğz eder.

3- Adâletden düşer, şehâdeti makbûl olmaz.

4- Nemâz kıldığı mekân, kıyâmet gününde aleyhine şehâdet eder.

5- Bir kimse, ta’dîl-i erkânsız nemâz kılarken biri görüp söylemese günâhkâr olur.

6- O nemâzın tekrâr kılınması vâcib olur.

7- Îmânsız ölümüne sebeb olur.

8- Nemâzın hırsızı olur.

9- Kıldığı nemâzı, eski bez gibi -yevm-i cezâda- yüzüne vurulur.

10- Allahü teâlânın merhametinden mahrûm olur.

11- Allahü teâlâya münacâtda, sû-i edeb etmiş olur.

12- Nemâzın fazla olan sevâbından mahrûm olur.

13- Sâir ibâdetlerin sevâbının verilmemesine sebeb olur.

14- Cehenneme müstehak olur.

15- Câhiller onu görüp, ta’dîl-i erkânı terk etmelerine sebeb olur. Bunun içindir ki, din adamının günâh işlemesi, dahâ çok azâb çekmesine sebeb olur.

16- İmâmına muhâlefet etmiş olur.

17- İntikâlâtda olan sünnetleri terk etmiş olur.

18- Allahü azîm-üş-şânın gazabına dûçâr olur.

19- Şeytânı sevindirmiş olur.

20- Cennetden uzak olur.

21- Cehenneme yakın olur.

-259-

22- Kendi nefsine zulm etmiş olur. 23- Nefsini mülevves etmiş olur. 24- Sağında ve solunda olan meleklere eziyyet etmiş olur. 25- Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” mahzûn etmiş olur.

26- Bütün mahlûkata zararı dokunur. Zirâ o kimsenin günâhı sebebine, yağmurlar yağmaz, yerde ekinler bitmez ve vaktsiz olarak yağmur yağmış olup, fâide yerine zarar vermiş olur. 

GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8
GÖREREK DOST CEMALİNİ 8